“Dönüp dolaşıp eskiden söylediğim şeylere gelmeyin! Onları dile getirdiğimde çoktan unutulmuşlardır. Unutmak için düşünüyorum. Geçmişte söylediğim her şey kesinlikle önemsizdir. Bir şey, kafada güçlü şekilde tüketildiğinde yazılır; düşünce cılızlaşır, o zaman yazılır. Yazdığım şey beni ilgilendirmez. Beni ilgilendiren şey yazabileceğim ve yapabileceğim şeydir.” diyor Foucault (Michel Foucault: Büyük Kapatılma, Ayrıntı Yayınları, sayfa 126.)
Bu konuda Foucault ile tamamen aynı düşünüyorum. Geçmişte yazdığım her şey önemsizdir benim için. Çünkü ben orada kalmadım, ilerlemeye çalıştım. Önemli olan tek zaman şu andır; şu an ne düşündüğüm, yarın ise farklı bir düşünceye ulaşabilirim. Yarın bugünkü düşüncelerimi aynen tekrar edersem, gerilemişim demektir kendi çizgimde.
Özellikle son yıllarda birçok konuda düşüncelerim değişti, gelişti bana göre. Ana düşüncem ve yolum hiç değişmedi: Sınıfsız, sömürüsüz, eşitlikçi, kendi kendini yöneten özgür bir toplum. O topluma giden yoldaki düşüncelerim ise sürekli değişip, gelişiyor.
Son yıllarda bu konuda yaptığım araştırma, okuma, yazma, düşünme sürecinde daha özgürlükçü düşüncelere ulaştım. Özgür topluma giden tek bir yol yok, sınırsız sayıda yol var. Aynen gerçeğe giden tek bir yol olmadığı gibi. Anarşizmin bir ideoloji olmadığı düşünüyorum son zamanlarda, bir ideoloji olduğunu düşünürdüm daha eskiden. Ama o sosyopolitik bir kuram bence de. Ben anarşist düşüncelerden etkileniyorum, yararlanıyorum, özgür topluma giden yolda; ancak anarşizme de eleştirel yaklaşıyorum.
Herhangi bir kişiye, kavrama, inanca ve şeye bağlı değilim. Her şeye ve herkese karşı eleştirelim, kendime de.
Bu anlamda Nietzsche’nin dediği gibi beni sınırlayan her tür dogmatik düşünceden sıyrılarak özgür bir düşünür olmak istiyorum kendi dünyamda.
“Burada ‘özgür düşünür’ sözü bir tek anlama gelir: Özgürlüğüne kavuşmuş, kendini yeni baştan bulmuş bir düşünce.” (Friedrich Nietzsche Ecce Homo Kişi Nasıl Kendisi Olur, YKY Yayınları, sayfa 83.) diyor Nietzsche.
“Özgürlüğüne kavuşmuş” kişi, kafasındaki her tür dogmatik düşünceyi yıkıp, yeniden bir düşünce kurabilen kişidir. Ya da en azından bunu yapmaya çalışan. Onu sınırlayan hiçbir düşünce, kişi, kurum yoktur, kendisi dahil. Çünkü bizi sınırlayan en totaliter kişi kendimizden başkası değildir, düşüncelerimiz, dünya görüşümüz, ideolojilerimiz, inançlarımız, bunların hepsi kişiyi kendi kendisini tutsak etmeye götürür. Çünkü öyle olursa özgür ve özgün bir düşünce üretemez.
Özgür topluma giden yolda, bana yardımcı olabilecek her düşünceden yararlanırım eleştirel olmakla birlikte; özgür topluma giden yolu engelleyen her düşünceye de yine eleştirel yaklaşır, karşı çıkarım.
Dolayısıyla dün yazdığım ve bugün yanlış bulduğum bir düşünceyi, hiç lafı dolandırmadan değiştirebilirim. Çünkü okuyan, yazan ve sorgulayan bir insan sürekli değişik düşüncelerle karşılaşır, üretir ve bu anlamda değişip, dönüşmesi kaçınılmazdır. Eğer bunu yapmıyorsa, kendi düşünceleriyle yüzleşmiyorsa, zaten gelişme yolunda değildir o, tıkanmıştır.
Benim aradığım tek şey var: Özgür ve her yönden eşitlikçi bir toplum. Bireyin kendisini özgürce ifade edebildiği bir toplum. Özgür toplum yani. Ona ulaşmama yardımcı olabilecek her düşünceden yararlanırım.
Burada ideolojiler, inançlar insanın yeni düşünce oluşturmasının önünde engeldirler. Çünkü çoğunlukla doğaları gereği dogmatiklerdir, totaliterdirler. Bir labirent gibi önünüze çıkarlar. Çünkü denildiği gibi ideolojiler “tutarlı olmak” çabası içindedir. Bunu da başaramazlar, ama dogmatik ve sistematik bir düşünce oluşturmak için böyle görünmek zorundadırlar.
Ideolojiler, sosyopolitik kuramlar daha iyiyi ve güzeli hedeflerler kendi tezlerinde. Bunlar birer araçtır. Amaca dönüştüǧünde akıl devreden çıkar ve inanca dönüşür; bir din olur. O andan itibaren ideoloji, kişi için bir hapishaneye dönüşür.
“Karl Popper (1902-1994), J. L. Talmon ve Hannah Arendt gibi yazarları, ideolojiyi boyun eğme ve itaat sağlayan bir sosyal denetim aygıtı olarak görmeye yöneltti.” (Andrew Heywood, Siyaset, sayfa 70)
İşte noktada özgür düşünce bir labirente giriyor ve oradan çıkamıyor. Çünkü ideoloji, çoğunlukla dün öngördüğü bir düşüncenin hayat tarafından yanlışlanması durumunda bile çoğunlukla bunu bir şekilde hakikati bükerek bugün ile tutarlı göstermeye çalışır. Bu boş bir çabadır, ama kendisini kandırmak isteyene karşı ne yapabilirsiniz ki?
O yüzden düşünce insanı değişmekten, dönüşmekten ve gelişmekten korkmaz. Çünkü hayatın içinde sürekli değişim ve gelişim aynı şekilde düşünceleri de buna zorlar. Önemli olan bu değişim ve gelişimin özgürlükçü bir yöne doğru olmasıdır bence. O yüzden dünkü düşüncelerimle hesaplaşmak zorundayım, yoksa dünde kalırım, bugüne adım atamam. Bedenim bugünde yaşasa bile düşüncelerim dünde kalır, donar.
Max Stirner’e başvuracağım bu noktada, şöyle diyor:
“Eğer Ben, kendi meselemle ilgilenmezsem, Bana başkalarının kendi keyfine göre sunduğuyla yetinmek zorunda kalırım.” (Max Stirner, Biricik ve Mülkiyeti, Kaos Yayınları, sayfa 340.)
Dediğim gibi benim tek meselem budur: Özgür bir toplum yolunda, küçücük de olsa bir düşünce üretebilmek. Özgür Toplum konusunda henüz yayınlamadığım ve hâlâ üzerinde çalıştığım beş yüz sayfalık bir kitap yazdım.
Bu noktada tekrar başa dönmek istiyorum, Foucault’nun dediği gibi geçmişte yazdıklarıma değil, şu anda yazdıklarıma ve yazacaklarıma önem veriyorum kendi bireysel hayat çizgimde. Çünkü düşüncelerim beni tutsak alamaz, ben çoktan ideolojilerin boyunduruğundan kurtulmuşum ve de inançların. Beni sınırlayan herhangi bir şey yoktur özgür düşünce yolunda…
Erol Anar