Dolayısıyla Pissarro, biraz ileri gitmiş olsa da, sanatın tüm mezarlıklarının yakılması gerektiğini söylerken doğru söylüyordu.
“Büyük ustaların doğa betimlemelerini aceleyle yaptıklarına inanıyorum, çünkü hiçbiri doğanın gerektirdiği o gerçek ve özgün boyutu taşımıyor.” (Emile Zola’ya, 1866)
“Çalışmalıyım. Çünkü her şey, en başta da sanat, fikirlerle gelişir, doğayla ilişki halinde gerçekliğe kavuşur. ( … ) Couture öğrencilerine, ‘Arkadaşlarınızı iyi seçin, yani Louvre’a gidin’ dermiş. Oysa orada dinlenen büyük ustaları görür görmez kaçmalıyız onlardan, doğaya çıkmalıyız, doğanın içimizde uyandırdığı güdülere ve duygulara teslim olmalıyız.” (Charles Camoin’ e, 1903)
“Doğayı silindir, küre ve koni gibi şekillerle, her bir nesnenin ve yüzeyin merkezi bir noktada buluşacak şekilde doğru perspektifle ele alınmasına dikkat etmeli. ( … ) Doğa yüzeyden çok derinliktir; kırmızılarla sarılarla temsil edilen ışık titreşimlerinin içine yeterli ölçüde mavi katılması, derinlik izlenimi uyandırmak içindir. ( … ) Çok yavaş ilerliyorum, çünkü doğa kendisini bana en karmaşık biçimlerde gösteriyor; gereksindiğim ilerlemenin de ardı arkası kesilmiyor. İnsanın gözleri önündekini doğru bir biçimde görmesi, doğru bir biçimde deneyimlemesi; dahası kendini güçlü bir biçimde, farklı bir biçimde ifade edebilmesi önemli. ( … ) Louvre, iyi bir ders kitabıdır ama ancak bir başlangıç teşkil eder. Bir sanatçının gerçek ve uçsuz bucaksız çalışma alanı doğanın sunduğu türlü türlü görüntülerdir.( … ) Louvre, okumayı öğrenmemiz gereken bir kitaptır. Ama bizden önceki şanlı ustaların güzel formüllerini sürdürebilmek bizi tatmin etmemeli. Zihinlerimizi onların formüllerinden kurtararak güzel doğayı araştırmaya, öğrenmeye bakalım, kendi kişisel ruh hallerimizi ifade edebilmenin yollarını bulmaya bakalım. Zaman ve düşünce, görebilme yeteneğimiLI artırır, her şeyi anlaşılır hale getirir. ” (Emile Bernard’a, 1904)
“Ressam olarak doğanın önünde daha net görmeye başladığımı söyleyebilirim, ama hissettiklerimi gerçekleştirebilmek hiçbir zaman o kadar kolay olmuyor. Duyarlılığıma seslenen yoğunluğu yakalayamıyorum. Doğayı canlı kılan o olağanüstü renk zenginliği bende yok. Şimdi bulunduğum yerde, bu nehrin kenarında öyle çok motif var ki bir tanesine farklı açılardan bakmak bile insanın önüne çok çeşitli, çok ilginç yeni görüntüler çıkarıyor, öyle ki yalnızca hafif bir biçimde sağa ya da sola kayarak aynı yerde aylarca kalabileceğimi düşünüyorum. ( … ) Charles Camion bana talihsiz Emile Bemard’ın yaptığı bir figürün fotoğrafını gösterdi; ikimiz de aynı noktada birleşiyoruz, Bemard müzelerin belleğiyle tıkanan, doğaya yeterince bakmayan bir entelektüel, oysa en önemlisi kendini okuldan ve tüm ekollerden bağımsız kılabilmektir. Dolayısıyla Pissarro, biraz ileri gitmiş olsa da, sanatın tüm mezarlıklarının yakılması gerektiğini söylerken doğru söylüyordu.” (Oğlu Paul’ e, 1905)
Aktaran: Ahu Antmen, Sanatçılardan Yazılar ve Açıklamalarla 20. YÜZYIL BATI SANATINDA AKIMLAR, Sel Yayıncılık, ikinci Baskı: Nisan 2009. Sayfa 28.
Paul Cézanne ( 1839- 1906); Fransız ressam, İzlenimcilik sonrasının başlıca fıgürleri arasında yer alır. Picasso, Matisse, Klee gibi ressamların “resmin babası, tanrısı” olarak nitelendirdiği Cezanne, sağlam bir biçimsel altyapı üzerine temellendirmeye çalıştığı yapıtlarıyla resimsel soyutlamanın gelişiminde büyük bir rol oynamıştır. Üçüncü boyuta perspektifle değil ton farklılıklarıyla ulaşabilmenin, doğanın görüntüsünü geometrik biçimler temelinde ifade edebilmenin yollarını araştıran Cezanne, ağırlıklı olarak manzara, natürmort, portre türünde resimler yapmıştır.
St. Victoire Dağı resimleri, doğayı görsel olarak çözümleme çabası olarak özel bir öneme sahiptir. 1895 ‘te Ambroise Vollard’ın girişimiyle açtığı sergi izleyiciden pek fazla ilgi görmemiş, ancak ölümünden hemen önce ve sonra (1904/1907) açılan sergileri, özellikle genç ressamlar arasında büyük bir ilgiyle karşılanmış, Kübizmin yolunu açan başlıca etkenler arasında değerlendirilmiştir.