Bazı yazarları kişisel olarak tanıdığımızda çoğunlukla hayal kırıklığına uğrarız. Çünkü hayatın içindeki yazar, yazdıkları gibi mükemmel ve kusursuz değildir. Herkes gibi eksikleri, yanlışları, hataları, çelişkileri olan bir kişiliktir. Ve yazdıklarıyla çelişir bir oranda.
Bazı yazarların tüm kitaplarını, yazdıklarını okuruz. Ve onları çok iyi tanıdığımızı düşünürüz. Artık ailemizin bir üyesi gibidir bu yazarlar. Yaşamımızda onların yazdıkları cümleler bize eşlik eder.
Fakat bu gerçekte doğru mu? Gerçekte biz o yazarları tanırız, tanıdığımızı düşünürüz. Ama insan olarak o yazarı tanımayız. Ya da çok sınırlı bilgimiz vardır insan olarak onunla ilgili. Seninle de konuşmuştuk bu konuyu: “İnsan Camus’yü, Dostoyevski’yi okur. Ama bu onları tanımak anlamına gelmez ki… Onlar demek değil ki…” demiştin.
Bazen bana da aynısı oluyor. Bazı okurlarım beni çok iyi tanıdıklarını düşünüyorlar yazdıklarımdan yola çıkarak. Bir okurum “Ben sizi tanıyorum.” dediğinde, “Nereden tanışıyoruz?” diye sormuştum. O da, “Yani tanışmıyoruz, ama yazdıklarınızdan sizi tanıyorum.” demişti bana. Ben de şöyle yanıt verdim: “Siz beni değil, benim yazdıklarımı tanıyorsunuz. Bu, bir insan olarak beni tanıyorsunuz anlamına gelmez. Kuşkusuz yazdıklarım benden, hayatımdan bir parçadır, ama benim bireysel tarihimin sadece bir parçasıdır. Ben demek değil. Siz bir parçadan yola çıkarak, bütünü tanıdığınızı düşünüyorsunuz.”
Oysa tanıdığımız, sevdiğimiz yazarların kendi hayalimizde yarattığımız imgeleridir. Bu imgeler de, kişiye göre değişir. İki ayrı okur, sevdikleri aynı yazar hakkında çok farklı iki imgeye sahip olabilirler. Kitaptaki, yazıdaki yazar ile hayatın içindeki yazar farklı kişiliklerdir. Kesiştikleri yönler oldukları gibi, zaman içinde kesişmedikleri, ayrı düştükleri noktalar da vardır. Çünkü yazarın yazdıkları değişmeden kalır, ama hayatın içindeki yazarın düşünceleri sürekli değişir.
Foucault’nun bir kitabında okumuştum. Gazeteci ona sürekli, “Siz 1966 yılında şunu demiştiniz, yazmıştınız. Oysa şimdi farklı şeyler söylüyorsunuz. Bu bir çelişki değil mi?” Foucault da şuna benzer bir yanıt veriyordu: “Bana sürekli geçmişte yazdıklarımı söylemeyin. Onlar geçmişte kaldı. Şimdi bunları söylüyorum.”
Bazı yazarları kişisel olarak tanıdığımızda çoğunlukla hayal kırıklığına uğrarız. Çünkü hayatın içindeki yazar, yazdıkları gibi mükemmel ve kusursuz değildir. Herkes gibi eksikleri, yanlışları, hataları olan bir kişiliktir. Ve yazdıklarıyla çelişir bir oranda. Bütün yazarlar yazdıklarıyla çelişirler. Yüzde yüz uyum sağlayan hiçbir yazar olamaz yazdıklarıyla.
Onun için yazarları sevsek de, kafamızdaki yazar imgesiyle, gerçek hayattaki insan yazarın farklı olduğunu unutmayalım.
Edebiyat edebiyattır, hayat ise hayat…
Erol Anar
4 Haziran 2018
Paraná