Başkalarının düşüncelerini eleştirebilirsin; kendi düşüncelerini özgürce açıklayabilirsin, ama asla dayatamazsın. Sana dayatılan her şeyi de reddetme hakkına sahipsin. Ama sen de düşüncelerini, yaşam biçimini, davranışlarını dayatmayacaksın.
Çünkü bir başkası senin gibi düşünmek zorunda değil. Tek “hakikat” de senin avucunda değil. Sen de herkes gibi yanılabilirsin.
Eğer bir başkasının senden farklı düşünebileceği hakkı olduğuna inanmıyorsan; sen kendin hakkında ne düşünürsen düşün, ne yazık ki bir fanatikten başka bir şey değilsin.
Eğer kendi düşüncelerini, ideolojini, inancını insanlara zorla empoze etmeyi düşünüyor ve onlara kendi düşüncelerini özgürce seçme hakkı vermiyorsan, kusura bakma dostum, sen bir fanatiksin yine. Etiketin ne olursa olsun, kendi hakkında ne düşünürsen düşün, bu gerçeği değiştirmiyor.
Senin gibi düşünmeyenleri küçük görüyor, aşağılıyorsan, yine sende bir problem olduğunu düşünüyorum.
“Gerçeğin ne olduğunu ancak herkes doğru olarak kabul ettiği düşüncelerini özgürce her yerde, tüm olanakları kullanarak ifade ederse öğrenebiliriz.” diyor Harold Joseph Laski, “Düşünce Özgürlüğü” adlı yapıtında.
Ancak hayatın içinde böyle olmuyor, makro ve mikro iktidarlar, kendi hakikatlerini bireye ve topluma dayatıyorlar. Kişiler ve kurumlar kendi ideoloji, inanç ve düşüncelerini daha güçsüz buldukları insanlara ve kendi kitlelerine dayatıyorlar. Devletler ve mikro iktidarlar da öyle.
Hatta sisteme ve devlete karşı ilegal örgüt ve partiler de aynı şekilde davranıyorlar. Sisteme ve devlete karşı olan en sol ve sağ kurumlar da sistemin, devletin yöntem ve kavramlarını kopyalayıp aynen kullanırlar kendi kitlelerine karşı. Kendi ideolojilerini dayatırlar. Bu da ironiktir.
Kendi düşüncesi, ideolojisi dışındaki düşünceye hoşgörü ile yaklaşan kaç tane kurum vardır dünyada?
Evet bütün devletler, hükümetler düşünce ve ifade özgürlüğünü sınırlar. Totaliter devletler ise, en küçük bir düşünce farklılığına tahammül edemez, düşüncesini özgürce açıklayan insanları cezalandırır.
Peki senin durumun nedir? Sahip olduğun ideoloji ya da dünya görüşü ya da üyesi, sempatizanı olduğun parti, örgüt, çevre, topluluk vs… insanların kendilerini özgürce ifade etmelerine, onların oradaki egemen anlayıştan farklı düşüncelere sahip olmalarına izin veriyor mu? Ya da bırak örgütü, partiyi, bizzat sen kendin farklı düşüncelere tahammül edebiliyor musun?
“Özgür olmak için her tür ruhsal bağımlılığa karşı çıkmalıyız. Niçin bağımlı olduğumuzu iyice anlayamazsak bağımlılığa karşı çıkamayız. Her türlü ruhsal bağımlılığa karşı çıkıp kendimizi bu bağımlılıklardan kurtaramadıkça da özgür olamayız.“ der Jiddu Krishnamurti, “İç Özgürlük” adlı yapıtında.
Bir gruba, çevreye, partiye, devlete, hükümete, herhangi bir topluluğa bağlı isek, bunun anlamı bağımsızlığımızı yitirmişiz demektir. Bağlılık, özgürlüğü ortadan kaldırır. Kişi artık özgür düşünemez, eleştirel yaklaşamaz. Çifte standartlara sürüklenir. Kendisininkinden farklı düşüncelere tahammül edemez.
“Kendimize benzeyenleri arayıp bulmak isteriz. Bize benzemeyenler bizi tedirgin eder. Onlarla iletişim kurmak istemediğimiz gibi, bunu nasıl yapacağımızı bile bilemeyiz. Ne var ki kendi sürümüzün içindeki beraberlik aynılığın biteviye yinelenişidir, bitmeyen bir nöbetin tekrarıdır. Teklik düzenini empoze ederiz. Herkesin aynı biçimde düşünmesini ve davranmasını isteriz. Biraz bireysellik, benzersizlik gösterenlere tahammül edemeyiz. Canımız sıkılsa bile gruba boyun eğeriz. Aşma özlemi duyduğumuz sınırları aşmaya cüret edemeyiz. Aşmak isteyip de aşmaya cüret edemediğimiz bu sınırları da aslında kendimiz koyarız.” diyor Gündüz Vassaf. (Cehenneme Övgü, İletişim Yayınları, 2. Baskı, sayfa 47.)
Yukarıdaki alıntıda sözü edilen şey içimizdeki faşizmdir; kendimize yüklediğimiz misyon, taktığımız etiket ne olursa olsun, bu faşizmden başka bir şey değildir. İnsanları teptipleştirmek, herkesin aynı düşünmesini istemektir.
Hem makro hem de mikro iktidarların bizi yönetmelerine izin veririz, uysallık gösteririz. Bunu iki biçimde yaparız: Zorunlu ya da gönüllü olarak. İkisi de aynı yere köleliğe ve tutsaklığa götürür bizleri. Kendi idollerimize, ideolojimize, kimliklerimize, inancımıza yönelik eleştirilere tahammül gösteremeyiz; çünkü bağımlıyızdır göbeğimizden bütün bunlara.
İstediğin şeye inanabilir, istediğin şeyi yapabilirsin. Kendi üzerindeki her tür baskı ve dayatmaya karşı çıkabilirsin. Ancak bunu bir başkasına dayatamazsın; kendi dünyanda yaşayabilirsin, bir başkasının dünyasına karışamazsın. Bir başkasını, kendi inanç ve ideolojine göre zorla biçimlendirmeye hakkın yok.
Hiçbir kişiye, çevreye, partiye, kuruma, topluluğa, kimliğe, ideolojiye, inanca, devlete, hükümete vs… bağımlı olmayan insan, bunu yapabildiği ölçüde özgürdür.
Başkalarının senden farklı düşünebileceklerini, farklı yaşayabileceklerini kabul ettiğin anda özgürleşmeye başlıyorsun. İnsan kişileri, düşünceleri ve kurumları kutsamaktan kurtulduğu oranda özgürleşiyor.
Yoksa kendi mantalite ve yaşam biçiminde tutsak olmaktan öteye gidemeyeceksin; ağzından her ne kadar “demokrasi ve özgürlük” lafları çıksa da, hepsi anlamsız, boş laflar olmaktan öteye gitmeyecek.
Çünkü başkasına vermediğin özgürlüğü, sen de hiçbir zaman elde edemezsin.
Erol Anar
18 Aralık 2021, Paraná, 13:05