Çağdaş Bir İnkârcı Filozof: Emil Michel Cioran (1)

Çağdaş Bir İnkârcı Filozof: Emil Michel Cioran (1)

Onu nihilist ya da başka bir şey olarak görenler var.
Ama o kendisine yakıştırılan nitelikleri kabul etmiyor,

Emil Michel Cioran tüm kitaplarını okuduğum -bazılarını birkaç kez- sürekli kitaplarını karıştırdığım ve kendisinden esinlendiğim bir yazardır. Varoluşçu düşünceleri beni etkilemiştir. Kitapları baştan sona bir varoluş sorgusudur. Yıkıcı bir felsefedir onunkisi, yapmak, oluşturmak gibi bir derdi yoktur, bununla hiç ilgilenmez. Harabeler, yıkıntılar arasında felsefe yapar.

Cioran kendi deyimiyle belki “bir marjinal” olduğunu söylüyor. Beni çeken de işte bu marjinal yazarlardır. Çünkü onlar, herhangi bir inançsal, ideolojik, dilsel, ulusal kalıp içinde ”gerçeği” tarif ettiklerini düşünmüyorlar. Aksine tüm bu kalıpları kırarak, kendi mantaliteleri çerçevesinde daha özgür düşünmeye çalışıyorlar. Gerçeği kendi ideolojilerine, inançlarına göre bükme düşünceleri yok. Rahatlar bu anlamda. Herhangi bir kalıba girme, uyma düşünceleri de yok.

Bukowski de o yüzden beni çeker, hiçbir şeyi ve hiçkimseyi umursamaz. Kendini kanıtlama oyunlarına girmez. Başkasına batırdığı iğneyi kendine de batırır, kendini aklamaya çalışmaz.

“Ama daima inkâr baskın çıkıyor. Sanki içimde, reddetmekten zevk alan olumsuz ve sapkın bir yan var.” (Cioran)

Büyük bir inkârcı: Cioran

Onu nihilist ya da başka bir şey olarak görenler var. Ama o kendisine yakıştırılan nitelikleri kabul etmiyor, bir nihilist olmadığını da söylüyor. Aslında hiçbir şeyci olmak gibi bir kaygısı yok, bunu sık sık dile getiriyor ve şöyle diyor:

“İlerlemeyi inkâr ediyorum.” diyor. (Cioran: Ezeli Mağlup, sayfa 150)

Gerçekte “ilerleme” diye bir şey var mıdır, tartışılır. İnsan ilerledikçe teknolojisiyle, bilimiyle ve her şeyiyle mutsuzluğu da artmış, doğayı talan ve harap etmiştir ve büyük ölçekli savaşlarda milyonlarca insan da ölmüştür. İlerlemenin “aydınlanmanın” bir de bu karanlık, mutsuz yüzü vardır. Bu anlamda “ilerleme” denilen şey aslında büyük bir yalandır da. İnsan ilerlediğini düşündükçe, gerilemiştir aslında. Kendine, doğaya ve her şeye yabancılaşmıştır.

Kendi deyişiyle o bir inkârcı. Her şeyi inkâr ediyor. İnkâr ederek bir yere ulaşma ve bir şey kanıtlama isteği de yok. Sonsuz varoluş yıkımının harabeleri arasındaki sürgün bir tanıktır o. Her şeyi olduğu gibi tarihi de inkâr eder.

“İnsan aşılamaz, olsa olsa inkâr edilebilir. İnkâr edilmelidir.” (Ezeli Mağlup, sayfa 224)

“Ama daima inkâr baskın çıkıyor. Sanki içimde, reddetmekten zevk alan olumsuz ve sapkın bir yan var.” (Ezeli Mağlup, sayfa 213)

Peki inkâr nedir? Nereye varır? Neden insanlar bir şeyleri inkâr ederken, başka şeyleri kanıtlamaya çalışırlar? Genellikle de böyle olmaz mı, bir şeyi inkâr eden bir insan, size başka bir şeyi, “kendi doğrusunu”, ideolojisini ya da inancını dayatır. İşte Cioran ve onun türündeki yazar, filozofların farkı burada. Onlar marjinaller, çünkü öyle olmayı tercih ediyorlar. Topluma bir şeyler kanıtlama ve kendi doğrularını dayatma gibi bir dertleri yok. Daha doğrusu toplum umurlarında değil.

Kendisini öyle bile görmez, ama bir yanıyla varoluşçudur o. Sürekli varoluşu sorgular bütün yazdıklarıyla. Mistiklerden de etkilenmiştir. Bunu itiraf eder kitaplarında.

Cioran’ın edebiyatta en çok etkilendiği yazarın, kendisi gibi ruhsal fırtınalara ve derinliğe sahip Dostoyevski olması hiç şaşırtıcı gelmedi bana.

“Dostoyevski iblise mi teslim olmuştu? Evet, ötekilerden fazla. Dostoyevski’yi çok çok iyi bilirim. Onu aşırı derecede sevdim, hayatımdaki tutkulardan biridir. Belki de bütün zamanların en derin, en tuhaf ve en karmaşık yazarıdır. Muazzam kusurları, ama azizlik parıltılarıyla onu herkesin başına koyarım.” (Ezeli Mağlup, sayfa 239)

İnsanların çoğu var olmanın yükünü hissetmez, çünkü onlar gerçekte var olduklarının farkında bile değillerdir, sadece nefes alır ve anlamsız yaşamlarını tamamlar geçer giderler. Var olmanın yükünü hisseden insanlar hassas olanlardır ve bu insanların sayısı azdır.

İşte Cioran var olmanın acısını ve taşınmaz ağırlığını hisseden hassas insanlardandır. Şöyle der bir kitabında:

“Bu bitmez tükenmez Pazarlar’da var olma acısı kendini tümüyle gösterir.” (Çürümenin Kitabı, sayfa 27)

Her an acı vardır ona göre.

‘Her bir dakikamın elli dokuz saniyesi,’ diye söylendim sokaklarda, ‘acıya ya da … acı fikrine vakfedilmiş. Keşke bir taş olabilseydim!” (Çürümenin Kitabı, sayfa 27)

Daha sonra Paris’e gidiyor ülkesini bırakarak.

Vatansız bir yazar

Tersinden bakarsak, aslında insanların çoğu varlığını hissetmeden bir taş gibi yaşar. Bunu olumlu anlamda söylemiyorum. Çünkü Cioran’a göre bir taş olmak mutluluktur.

Ruhsuzdur toplumun çoğunluğu. Varlığı ile yokluğu arasında bir mesafe veya değişiklik yoktur.

Cioran gençliğinde Romanya’daki faşistlere ilgi duymuş, kendi deyişiyle “Kral’a karşı oldukları için.” Ama onlarla da çatışmış. Her şeye ve herkese karşı o da benim gibi. Pişman olmuş. Sonra kopup Fransa’ya gitmiş. Hiçbir “ist” onu açıklamıyor.

“Hitler sonunda Almanya’yı, Avrupa’nın en uygarlaşmış ülkesini, bir intihara sürükledi. Tasarısındaki çılgın ve şeytani karakterin kanıtıdır bu.” diyor. (Ezeli Mağlup, sayfa 180)

Daha sonra Paris’e gidiyor ülkesini bırakarak. Ve bir vatansız olarak yaşamayı seçiyor. Geri dönmüyor doğduğu yerlere bir daha. Anlamsız geliyor ona her şey. Bu duygu da bana yakın, ben de aynı duyguları hissediyorum çünkü. Geri dönebileceğim bir yerim yok bu dünyada artık, hiçbir yer beni çekmiyor.

“Hiçbir yere ait olmak kolay değildir.” (E.M.Cioran: Var Olma Eğilimi)

Bana göre ise hiçbir yere ait olabilmek için ya da hiçbir yere ait olmamak için önce zihnimizdeki ve hayatın içindeki tüm kuleleri -dinsel, inançsal, ussal, ideolojik, psikolojik, ulusal vs…- yıkmış olmamız gerekiyor. Ancak ondan sonra belki hiçbir yerin o muazzam uçurumlarına, uçsuz bucaksız vadilerine, ovalarına adım atabiliriz. İşte insan o noktada özgür olacaktır.

Charles Bukowski bardaki, sokaktaki filozoftur,

E.M. Cioran evdeki,

Jean-Paul Sartre ıse özel, seçkin salonlardaki…

Bukowski’nin elinde bira var, Cioran’ın önünde bir bardak su var, Sartre’ın elinde olan ise duble viski. Sartre’ın yapıcı bir yanı da var ne olursa olsun, Cioran ise yıkıcı. Bukowski ise izleyici olmaktan öteye geçmiyor, bunun tadını çıkarıyor.

Tehlikeli nokta

Sağ salim kurtulamayacağımız deneyimler vardır. Yaşandıktan sonra, artık hiçbir şeyin anlamlı olamayacağım duyumsatan deneyimler. Yaşamın sınırlarına eriştikten sonra, o tehlikeli sınırların potansiyelini bütün aşırılığıyla yaşadıktan sonra, gündelik edimlerle hareketler tüm albenilerini,tüm çekiciliklerini yitirirler.” (Cioran: Umutsuzluğun Doruklarında, sayfa 14)

Belki bu Kafka’nın sözünü ettiği “geriye dönüşü olmayan nokta”dır, kim bilir. İnsan o noktaya ulaştığında her şey birden anlamsızlaşıyor ve gittiği yolun anlamsızlığa çıktığını görüyor. Bunun farkına varıyor. Sadece bunun değil, bütün yolların anlamsızlığa uzandığı ve anlamın ötesinde olduğunu görüyor. Anlam vermek bir yanılsamadan başka bir şey değil. İşte o noktada artık hiçbir şey insanı tatmin edemez. Belki de Cioran’ın söz ettiği şey buydu.

Sürecek…

Erol Anar

22 Kasım 2021, Paraná.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!