Totaliter ülkelerde siyasal iktidarların çok çeşitli yöntemleri vardır. Bunlardan birisi de kendisini eleştiren kişi ve kurumları “şeytanlaştırmaktır”. İngilizce’de buna “Demonization” denilir. Siyasal iktidarın en çok şeytanlaştırdıkları, kendi iktidarına en fazla tehdit olarak algıladıklarıdır. Siyasal iktidarla aynı resmi ideolojiyi savunsalar bile, sadece bazı konularda farklılık olsa dahi hiçbir büyük kurum, parti bu şeytanlaştırmadan kurtulamaz. Şeytanlaştırmanın sonucunda iç ve dış düşmanlar yaratılır.
Bu süreçte göz göre göre yalana, manipülasyona başvurur siyasal iktidar sahipleri. Ancak bu yalanlar, bir süre sonra ortaya çıksa -ki bile sadece bir kesim için öyledir bu-, iktidara eleştirel yaklaşanlar için- siyasal iktidara destek olan kesimler kördür, bunu görmezler, görseler bile yalana göz göre göre inanmayı tercih ederler. İşte siyasal iktidar yalan ve manipülasyona kendi tabanına yönelik başvurur daha çok. Siz ne kadar “Yalan bu, doğru değil!” diye bağırsanız da, sizin sesiniz o kitlelere ulaşmaz.
Eskiden totaliter rejimler için kolaydı, medyayı kontrol ettiğinde toplumu da büyük ölçüde kontrol etmiş ve yönlendirmiş olurdunuz. Şimdi öyle değil, sosyal medya var. Ancak bunun handikapı da şu: sosyal medyaya girerek değişik görüşleri okuyan, araştıran, sorgulayan kaç insan var? Çok fazla değildir. BBC’ye göre “Türkiye’de ise 54 milyon sosyal medya kullanıcısı bulunuyor. Bu, toplam nüfusun yaklaşık yüzde 64’ünün sosyal medya kullandığı anlamına geliyor.” Yani nüfusun yüzde 36’sı henüz sosyal medyaya girmiyor. Ayrıca sosyal medyaya girenlerin az bir kısmı sorguluyor, eleştiriyor ve gerçekleri görüyor.
Ayrıca karşı olsalar bile totaliter hükümetler, sosyal medyayı da bir manipülasyon alanı olarak görmektedirler. Profesyonel ve gönüllü troll orduları yaratmaktadırlar.
Siyasal iktidar sık sık sosyal medyadan yakınıyor ve onu kontrol altına almaya çalışıyor. Ancak küresel sosyal medyayı herhangi bir ülkenin tamamen kontrol altına alması söz konusu olamaz. Hatta bazıları Türkiye’ye temsilci atadılar, ama yine de hükümet onları kontrol altına alamadı.
Burada totaliter ülkelerin önünde Çin gibi sosyal medyayı toptan yasaklayarak, kendi hükümet denetiminde yerli sosyal medya kuruluşları kurması gibi bir örnek var. Rusya’da da sosyal medyayı kontrol altına almaya çalışan ve ona baskı yapan totaliter bir hükümet var. Bu hükümetin kendi geliştirdiği, kendi kontrolünde sosyal medya ağları da var. Türkiye’de de aynı şekilde hükümet bunu yapmaya çalışıyor. Belki ileride Çin diktatörlüğünün örneğini izleyerek sosyal medyayı tümden yasaklayabilirler. Ancak şimdilik buna cesaret edemiyorlar.
Rusya ve Türkiye’de “ana akım medya”nın büyük çoğunluğu siyasal hükümetin kontrolünde. Ama sosyal medya öyle değil. İşte bu yüzden bu totaliter hükümetler sosyal medyadaki “özgürlükten” şikayetçiler. Ama sosyal medya o kadar da özgür değil aslında, ama bu bu yazının konusu değil. Sosyal medya kuruluşlarının kendi içinde uyguladığı sansürler var. Örneğin benim 50 binden üyeye sahip olduğum kendi adıma olan fan sayfamı Facebook kapattı saçma sapan bir nedenle. Yine başka bir sayfamı da kapattı. Üstelik orada sadece kitaplar üzerine kısa yazılarımı paylaşıyordum. Yani sosyal medya o kadar da özgür değil. Ama bu kadarı bile totaliter hükümetleri korkutuyor. Çünkü onlar insanların kendilerinden habersiz nefes bile almalarını istemiyorlar.
Sağ veya “sol” totaliter hükümetlerin amacı bilgiye ulaşmayı engellemek, sistemin devamı için toplumu manipüle etmeyi sürdürmek ve tek tip insan yetiştirmektir. İşte bu noktada sosyal medyayı yasaklamak, ya da kısıtlamak durumunda kalıyorlar amaçlarına ulaşmak için.
Örneğin Küba ile ilgili aşağıdaki bilgi:
“Hükümet (hükümet), çocukların Wikipedia’yı kullanamayacağını çünkü Wikipedia’daki her şeyin yalan olduğunu söylüyorlar. (Diyorlar ki) Çocuklar tarih kitaplarında ne olduğunu öğrenmeli, başka bilgi aramamalı.” (Kaynak: Amnesty International, Cuba’s Internet paradox: How controlled and censored Internet risks Cuba’s achievements in education, 29 August 2017)
Sonuçta sosyal medya şirketleri uluslararası kapitalist şirketlerdir. Bunlar bir şekilde devletler ile uzlaşarak varlık ve çıkarlarını garanti altına almak istiyorlar, yoksa onların ifade özgürlüğü gibi bir dertleri yok. Ama bu halleriyle bile totaliter hükümetlerin hedefi olmaktan kurtulamıyorlar.
İranlı psikolog yazar ve George Üniversitesi akademisyenlerinden Fathali M. Moghaddam “Diktatörlüğün Psikolojisi” kitabında bu konuları kapsamlı olarak açıklıyor. Bazı kitaplarımda bu kitaba göndermelerde bulunmuştum. Önemli bir kitap, siyasal iktidar mekanizmalarını anlayabilmek için.
“Tüm diktatörler içerideki muhalefeti ezmeyi, temel hak ve hürriyetlere son vermeyi denerler; fakat diktatörlerin dış ve iç tehditleri çözümlerken ortaya koydukları dinamik ilişkilerde dikkat çekici bir değişkenlik vardır… İç ve dış tehdit arasındaki olağan dışı dinamik, her bir diktatörlüğün kendine özgü liderliğinde ve kültürel-tarihsel bağlamında en iyi şekilde anlaşılmaktadır… İç tehdit olarak hedef alınmış olan grupların başında, çizgiden sapan aykırılar ve toplumsal standartların dışında kalan her tür insan gelmekteydi…” (Diktatörlüğün Psikolojisi, (Kitaptan kısa bir bölüm), 3P Yayıncılık, Çeviri: Hakan Kabasakal, 1 . Baskı: Mart 2014, İstanbul, sayfa 102-104.)
Totaliter rejimler farklılığı bir zenginlik olarak değil, kendi iktidarlarına yönelik bir tehdit olarak kavrarlar. Bu yüzden her tür farklılık hedef alınır. (Farklı düşüncelerden, farklı cinsel tercihlere kadar) Bu yüzden en küçük eleştiri ya da farklılık bile siyasal iktidarın eleştiriyi yapanı “şeytanlaştırması”na neden olabilir. Hatta şu ya da bu nedenle kendisini destekleyenler bazılarına bile bunu yapabilir. Bu noktada din, milliyetçilik, erkek egemen kültür, tabular, gelenekler, görenekler vs… hepsi siyasal iktidar için kullanım alanı olan kavramlardır.
İçerideki karşıtlarını veya kendinden farklı olanları “şeytanlaştıran” siyasal iktidar yine dış düşmanlar” bulmak veya yaratmak zorundadır. Örneğin Türkiye’de AKP iktidarının Avrupa ve ABD ülkeleri için onların kendilerini “kıskandığı” şeklinde bir savı var. Sık sık da bunu işlerler. Hatta “Çatlasınlar, patlasınlar biz devam edeceğiz yolumuza” şeklinde gayet kaba bir şekilde kullanırlar bunu. Yukarıda dediğim gibi bu temelsiz savlara inanan hatırı sayılır bir kitle var, gerçekten böyle olduğuna inanıyorlar. İktidar bunu o kadar sık işliyor ki, “yalan, manipülasyon” kendi tabanında gerçekmiş gibi algılanıyor.
“Diktatörlük kurmak, diktatörlüğü yaşatmak veya sınırlarını genişletmek için dış tehdit algısının abartılarak kullanılmasının tarihi çok eskilere gider… Söz konusu hedefler ulusu, bu sözde dış tehditlere karşı sürekli odaklanmış halde tutmayı (ve iç problemlerle meşgul olmalarını önlemeyi), yetkililerin iç meselelere karşı gereğinden fazla sert tedbirler almalarına uygun zemin aratmayı ve daha kapalı bir toplum yaratmak amacıyla özgürlüklerin kısıtlanmasına verilen desteği artırmayı içerir… Dış tehdidin içeride daha sıkı kenetlenmeye yol açtığı fikri ise, gruplar arası ilişkilerin fonksiyonel geleneği ile bağlantılıdır.” (Diktatörlüğün Psikolojisi, (Kitaptan kısa bir bölüm), 3P Yayıncılık, Çeviri: Hakan Kabasakal, 1. Baskı: Mart 2014, İstanbul, sayfa 97-101.)
ABD ve Avrupa gibi burjuva demokrasilerinde, kapitalizmin ileri biçimlerinin yaşandığı ülkelerde ise bu manipülasyon daha farklı ince ve dolaylı yollardan yapılmaktadır, daha görünmezdir. Bu noktada devletlerin birbirlerine yaklaşımları da çıkarları üzerine kuruludur. Örneğin ABD, Küba ve İran’ı insan hakları ihlalleri nedeniyle eleştirir. Ama Suudi Arabistan’ı eleştirmekten kaçınır.
Gördüğümüz gibi neredeyse aynı yöntemleri kullanan ve tarihsel olarak baktığımızda da farklı bir şey bulamadığımız bir totaliter rejim şablonu var. Kültürel farklılıkların getirdiği bazı yöntemler dışında neredeyse aynı yöntemi izliyorlar. Burada “sosyalist, komünist” olarak bilinen diktatörlükler de (Çin, Küba, Vietnam, Kuzey Kore, Venezuela vs…) bire bir totaliter kapitalist ülkelerden kopye çekerler ya da Islâmcı Iran, Suudi Arabistan vb… aynı yöntemleri izlerler. Hatta daha baskıcı olabilirler. Totaliter ülkelerin ideolojilerindeki farklılık, yöntemlerinde farklılık anlamına gelmez. Hepsi aynı yöne ilerlerler. Hem iç düşmanlara hem de dış düşmanlara ihtiyaç duyarlar ve onları şeytanlaştırarak siyasal iktidarlarını sürdürmeye yaşatmaya çalışırlar.
Erol Anar