“Ya bir haberde okumuştum, bir Postacı adam mektupları açıp okuyormuş, yerine ulaştırmamış yıllarca mektupları.” dedi Demet.
“Ya ne yapsın adam, otuz yıl sen çalışsan o koşullarda, sen de kafayı yersin.” dedim.
Yine gülmeye başladım, o konuşuyor. Gözlerimden yaş geliyor, sonra bir sigara yaktım kendime geldim.
Konuşuyoruz, sohbet iyi gidiyor.
“Ben,” dedi Demet, “ilk kez internet ortamından birisini aradım bu gece. Ya sen?”
Birden böyle sorunca dilim tutuldu. Sustum bir süre.
“Ya aramışlığım var birkaç kez. Ama senden hoşlanmaya başladım gerçekten.”
“Hiç görmeden mi?” diye sordu.
“Önemli olan ruhtur, ben onu hissettim. Bir arkadaşımın dediği gibi mağaza vitrinlerinde bebek yüzlü plâstik mankenler var. Mükemmeller, ama kalpleri ve ruhları yok.” dedim.
Hoşuna gitmişti sözlerim.
Sesi gerçekten hoşuma gitmişti. İlgi alanlarımız da tamamıyla ortaktı.
Epeyi konuştuk o gece ve sonraki birkaç gece.
Sonra düşündüm, güya roman yazmaya gelmiştim buraya. Yine hayat romanına dalmıştım. Ben romanı değil, roman beni yazıyordu.
Bir gece yine Demet ile telefonda sohbet ediyoruz.
”Ya senin gibi entelektüel postacı görmedim. Sanattan, edebiyattan, şiirden, felsefeden, politikadan, müzikten vs… her şeyden konuşabiliyorum seninle. Çok mutluyum. Okul çok sıkıcı, insanlar hep derslerden, havadan sudan, eften püften şeylerden konuşuyor. Ben onlardan çok olgunum. Kafama göre biri yok sınıfta. ”
Ben ise Demet’e gerçeği söylemek istiyordum. Nasıl söylesem diye düşünüyordum. Her gece telefonda uzun uzun sohbet ediyoruz.
Sohbetin ortasında dedim ki:
“Ya Demet sana bir şey söyleyeceğim.”
“Söyle,” dedi, “merak ettim.”
“Ben Postane’de çalışmıyorum.”
“…”
“Ayrıca seninle chatte konuşan da ben değildim.”
“???”
Olayı olduğu gibi anlattım ona. Arkadaşım Lütfü’nün onunla chat yaptığını sonra beni aradığını, ona da benim telefon numaramı verdiğini vs…
“Ya alet oldum ben de. Özür dilerim arkadaşım ve kendim adına.” dedim.
Demet şok olmuştu:
“Lanet olsun!” dedi, “gerçek sanmıştım ben de, aptalmışım. Kapatıyorum hoşça kal!” dedikten sonra telefonu kapattı, öylece kaldım telefon elimde.
“Ne yapacaksın, hayat böyle,” dedim kendi kendime, “her yol Dörtyol!”
Hep öyle derdik Paşa ile Samsun’da, ters bir durum olduğunda.
“Hoşça kal!” dedim ben de ona, sanki o duyuyormuş gibi, kendi kendime. Romana konsantre olacaktım yeniden.
Ama o yaptığı chatin laneti, Lütfü’nün peşini ömür boyu bırakmayacaktı. Çünkü kız lanet okumuştu. O lanet, bana değil ona gitmişti; çünkü kızla ilk kez konuşup, onu kandıran oydu.
Adama kara lanet çökmüştü. Odtülü Demet’in laneti peşini bırakmamıştı Lütfü’nün. Hâlâ bedelini ödüyor o yaptığı chatin. Eşinden ayrıldı o yüzden, sonra kenti bile terk etmek zorunda kaldı. Belki ülkeyi de terk edecek yakında.
Sürecek…
Erol Anar