Oysa şimdiye dek entelektüele, ya da daha yerel aydına yüklenen işlev, dışarıdan kitlelere “bilinç taşımak, onları aydınlatmak ve onlara öncülük etmektir.” İşte Foucault bu yaklaşımın tamamen yanlış olduğunu söylüyor.
Bugünkü kitabımız Michel Foucault’dan “Entelektüelin Siyasi İşlevi”. Foucault bu kitabında entelektüel kavramına, klasik Marksist yaklaşımdan çok farklı bir boyutta yaklaşıyor. Entelektüelin -Marksist-Leninist yaklaşımda olduğu gibi- kitlelere öncülük etmesi gereken rolünü reddeder. Foucault’ya göre kitlelerin entelektüelden öğreneceği bir şey yoktur. Burada onun dikkat çektiği kitlelerin bilinci değiştirmek, ya da onları “bilinçlendirmek” sorunu çözmeyecektir. Yapılması gereken “hakikati üreten siyasi, ekonomik, kurumsal rejimi değiştirmektir.” ona göre. Tabi burada hakikat, üretilen ve rejimi, sistemi devam ettirmek amacıyla sürekli gündeme getirilen bir şey, daha doğrusu sistem kendi “hakikatini” üretiyor. Ve kitlelere onu tek “hakikat” biçimi olarak sunuyor. Aslında bu hakikat değil, yalan ve manipülasyon üzerine kurulu üretilmiş bir fenomendir. Kitleler de bunu a priori biçimde kabul ediyor.
Oysa Foucault bu ilişkiyi şöyle açıklıyor:
“Kitleler eksiksiz biçimde, açık seçik, entelektüellerden çok daha iyi bilmektedir; ve bunu güçlü bir biçimde ifade etmektedir…. Entelektüelin rolü, herkes hakkındaki ifade bulamamış hakikati söylemek için “biraz öne veya biraz yana” çıkmak değildir; entelektüelin rolü, daha çok iktidar biçimlerine karşı, bu biçimlerin hem nesnesi hem aracı olduğu yerde mücadele etmektir ‘Bilginin’, ‘hakikatin”, ‘bilincin’, ‘söylemin’ oluşturduğu düzende.“ (Michel Foucault: Entelektüelin Siyasi İşlevi, Ayrıntı Yayınları, Çeviren: Işık Ergüden, 2020, sayfa 26-27)
Burada sorun entelektüel, Foucault’nun dediği gibi, “kitlelere ne yapması gerektiğini söyleyen” bir kişi değildir. Bu rolü entelektüel kendi kendine biçmiştir, kitleler ona bu rolü vermemiştir. Tarihte bütün aydınların iktidarı, işte bu rolden kaynaklıdır. 1793 Jakobenlerin Fransası’ndan 1917 Bolşeviklerin iktidarına kadar. “Aydınların iktidarı”dır bu; halkın ya da işçilerin değil, elit bir kesimin iktidarıdır.
Aydınlar, Bakunin ‘in dediği gibi “halkın sopasıyla halkı dövmüşlerdir.” İşte bu kendilerine biçilen rolden kaynaklıdır . Çernişevski’den Lenin’e hep bu anlayış geçerli olmuştur.
İşte bu nedenle reel sosyalizme baktığımızda Foucault’nun ne kadar haklı olduğunu görüyoruz. Devleti yıkmak yerine, onu işgal etmek, ele geçirmek ve yönetenleri, yani efendiyi değiştirmek, kitleleri “bilinçlendirmiyor.” Bu noktada Foucault sorunun ana noktasına temas ediyor: Kişileri değil, kendi “hakikatini” üreten rejimi, sistemi değiştirin.
Oysa şimdiye dek entelektüele, ya da daha yerel bir kavram olan aydına yüklenen işlev, dışarıdan kitlelere “bilinç taşımak, onları aydınlatmak ve onlara öncülük etmektir.” İşte Foucault bu yaklaşımın tamamen yanlış olduğunu söylüyor. Entelektüelin işlevi bu değildir ya da bu olmamalıdır.
İşte entelektüelin işlevi de burada ortaya çıkıyor. Foucault’nun entelektüel kavramına olan bu yeni ve geçerli ol “sol paradigma”ya tamamen aykırı yaklaşımı, entelektüelin işlevine yönelik de tamamen yeni bir bakış açısı sunar. Böylece soruna kökten bir yaklaşım değişikliği getirir Foucault.
Bu bağlamda entelektüel kitlelere öğreten değil, onlardan öğrenen kişidir.
Entelektüel kavramına geçerli olan paradigmadan çok daha farklı bir yaklaşım görmek istiyorsanız, bu kitabı okumanız size farklı bakış açıları sunacaktır diye düşünüyorum.
Erol Anar
Paraná, 29 Ekim 2020.