Oslo, August 31st Joachim Trier tarafından yönetilmiş bir Norveç dramı. Film, Pierre Drieu La Rochelle’ın romanından sinemaya uyarlanmış. Bir varoluş sorgulaması. Ama bunu sıkıcı bir şekilde yapmıyor.
“Reprise / Tekrar ile Altın Lale kazanan Joachim Trier’in Cannes’da galası yapılan varoluşçu son filmi, hayatı melankoli ve yalnızlık içinde tepetaklak giden akıllı, yakışıklı, hali vakti yerinde Anders’i izliyor. Anders şehir dışında bir yerde sürdürdüğü uyuşturucu tedavisini kısa süre sonra tamamlayacaktır; programın bir parçası olarak da iş görüşmesi yapmak üzere şehre inmesine izin verilir. Ama hazır merkezden ayrılmışken şehirde kalır, boş boş gezer, uzun zamandır görmedikleriyle buluşur. Günün geri kalanında ve gece boyunca, geçmişteki hataların hayaletleriyle ancak aşk, yeni bir hayat olasılığı ve sabah gün aydınlandığında geleceği görme umudu sayesinde başa çıkacaktır.” (Tanıtımdan)
Uyuşturucu tedavisi gören Anders, 11 aydır temizdir. Bir iş başvurusu yapar. Ama son anda vazgeçer tekrar. Ne yapacağını bilmemekte, varoluşunu sorgulamaktadır. Çalışsa, evlense, diğerleri gibi çocuk yapsa ne olacak diye düşünür. Aradığı bu değildir. Diğer yandan bir labirent içindedir.
Başroldeki Anders Danielsen Lie, çok iyi bir oyun çıkarıyor. Film birkaç ödül de kazanmış.
İkili ilişkilerin gelip geçiciliğine de göndermeler yapıyor film. An ve mekân içinde paylaşılan ilişkiler, bu paylaşım bittiğinde yalnızca mazide kalan birer isim olmaktan öteye gidemiyor.
“Her şey unutulacak.” diyor Anders”
“Her şey mi?”
“Her şey!”
Ve doğruyu da söylüyor. Paylaşım bittiğinde ilişkiler de çoğunlukla tükeniyor. Sadece kırk yılda bir bir yerlerde karşılaşınca birkaç sözcük. O kadar. Ya da sanal sayfalarda kalan birkaç sözcük.
Fimde varoluşçu sorgulamalar ve anlamsız, ama bir takım rollerle sanki anlam içeriyormuş gibi yapılan roller var. Toplumun verdiği roller bunlar, bir eş, bir meslek sahibi, bir arkadaş vs… Herkes mutluymuş gibi yapıp, partilerde, aile toplantılarında sahte kahkahalar atıyor. Filmde Anders biraz da bunu sorguluyor.
“Ne olacağına, kimi seveceğine, nerede yaşayacağına karar ver.”
Aslında çoğu ilişkide insanlar sevmiş gibi görünerek birlikte olur, bir aile kurarlar. İşlerini, eşlerini, çocuklarını sevmiş gibi yaparlar. Belki biraz da seviyorlardır kim bilir. Ama kesinlikle mutsuzdurlar. Bıkkındırlar. Tekrar ederler hayatı her gün yeniden. Ama mutluymuş gibi rollerini sürdürürler genelde, sonuna dek.
“Bilimsel araştırma senin işin, Rilke’yi araştırmak, cümleleri parçalara ayırmak, kimsenin okumadığı makaleler yazmak, bunlar bana hiç heyecan verici gelmiyor. Bence çok anlamsız.”
“İşte varoluşumun özeti. Gerçekten öyle.”
“Kendi arkadaşlarımı bile seçmiyorum artık. Julia’nın arkadaşlarının aileleriyle görüşüyoruz. Orada öylece oturup eğleniyormuş gibi yapıyoruz. Hepsi bu işte. İki kadeh şarap. Ne kadar iyi olabilirse artık. Söylemene gerek yok, acınası bir durum biliyorum.”
Kariyer, para, daha iyi bir ev, terfi, çocuk, diğerleri üzerinde biraz iktidar… Bütün bunları elde edince de sadece tekrardan ibaret olan mutsuz, sıkıcı hayatlar. Mutluymuş gibi ev partilerinde birkaç sahte kahkaha, aile toplantılarındaki roller. Bütün bunlar doldurulan zamanlar aslında. Meşgul ediyoruz kendimizi ölene kadar. İşte film biraz bunu sorguluyor.
Peki bizden kalan nedir geriye? Hiçbir şey genelde. Birkaç aile fotoğrafı, orada burada birkaç kez sizin de içinde olduğunuz bir anının anlatılması. Evet filmde denildiği gibi doğru şu: Her şey unutulmaya mahkûm. Biz kendimiz bile kendimizi unutmuşuz. Kapılıp gitmişiz, toplumsal rollerimize. Mutlu değiliz kesinlikle. Tatminsiziz artık. Eski kendimizi özlüyoruz belki. Ama asla ulaşamayacağız ona bir kez daha.
Film, ortalama yüz üzerinden 84 puan almış ve genelde eleştiriler de olumlu. İzlemeye değer bir film diyorum. Varoluş üzerinde düşündürüyor ve anlamsız toplumsal rollere dikkat çekiyor.
Erol Anar