The Washington Post’daki incelemede, film için şöyle yazıldı: “Kuşkusuz, bu Pulp Fiction’dan beri en kışkırtıcı, en eğlenceli pop-kültürel deneyim.”
Yıllar önce romanını okumuştum, filmini de iki kez izledim. Yönetmen Danny Boyle’un ünlü “Trainspotting” filminden söz edeceğim biraz. Daha önce roman hakkında yazı da yazmıştım, özellikle yazar Irvine Welsh hakkında. Film, kitabı kadar olmasa da, yine de başarılı bence. Kitabı gibi kült olmayı başarmış bir film.
Aslında temel konusu, sistemin bizi bir şeyleri seçmek zorunda bırakması. Ya da seçmeye mecbur etmesi. Peki ya seçmek istemeyenler? Onlar kaybedenleri sistemin, yani “Losers”. İşte film, bu kaybedenlerin öyküsünü anlatıyor. Ama aslında onlar da kazanmak isteyenlerdir; yalnızca sistemin onlara gösterdiği yoldan değil, kendi seçtikleri kısa yollardan bunu yapmak istemektedirler.
Trainspotting, yeraltı edebiyatının kült yapıtlarından birisi. İskoç yazar Irvıne Welsch’in bizzat kendi hayatından izlenimlerle, yaşayarak yazdığı bir roman.
Trainspotting kelimesi “Britanya’da tren gözlemciliğine verilen isim. Bir çeşit hobi anlamına geliyor. Bu kelime ayrıca eroin enjekte etmek için boş damar arama anlamında da kullanılıyor; filmde de bu anlamda kullanılmış.
Hem kitabı okumuş, hem de filmi izlemiş bir kişi olarak, ikisini de izlemeye ve okumaya değer buldum.
Hayatımızda seçenekler sunulur bizlere sistem, devlet ve egemen güç odakları, iktidar mekanizmaları tarafından. Bunları seçmemiz istenir. Aslında seçmeme şansımız çok azdır. Seçmemek sistem dışı kalmak, marjinalize olmaktır. İşte Welsch, marjinal olanları anlatır bu kitabında. Toplumun dibinde yaşamaktan başka çareleri olmayan ve çıkışları da olmayan insanlardır bunlar. Her yol vardır bu yüzden hırsızlık, uyuşturucu ve hap kullanıcılığı.
Filmden birkaç cümle:
“Gerçek şu ki ben kötü bir insanım. Ama bu değişecek. Ben değişeceğim.”
“Toplum diye bir şey yoktu. Olsa bile, kesinlikle onunla hiçbir ilgim yoktu. ”
“Ben seçmemeyi seçtim. Başka bir şey seçtim. ”
“Etraflarında olmanız gerekmediğinde, bazı insanları sevmek daha kolaydır.”
“Kişilik, yani önemli olan, değil mi? Yıllar boyunca bir ilişkiyi sürdüren şey budur.”
The Washington Post’daki incelemede, film için şöyle yazıldı: “Kuşkusuz, bu Pulp Fiction’dan beri en kışkırtıcı, en eğlenceli pop-kültürel deneyim.”
Time dergisi Trainspotting’i 1996’nın üçüncü en iyi filmi seçti.
Filmin uyuşturucu kullanımını teşvik ettiği de iddia edildi. Ama bu eleştiri tutmadı. Çünkü film gerçek hayattan bir kesiti dile getiriyordu. Kimseyi bir şeye teşvik ettiği yoktu. Gerçekte insanları uyuşturucuya teşvik eden sistemin kendisiydi.
Eğlenceli ve sizi düşündüren bir film istiyorsanız, bu film tam biçilmiş kaftan. Toplumdan kusulmuş, marjinal insanların, toplumun kıyısındaki yaşamlarını anlatıyor. İskoç yazar Irvine Welsh, kendi hayatından yola çıkarak bizzat gerçekliğin içinden çıkarmış bu yaşayan karakterleri. Yönetmen Danny Boyle ise onlara üç boyut kazandırmış.
Okumaya değer bir roman idi “Trainspotting”, ve izlemeye değer kült bir film oldu, aynen romanı gibi.
Erol Anar