Doğruyu Söylemek de Taşımak da Zordur

Doğruyu Söylemek de Taşımak da Zordur

Doğru ağırdır.

Doğruyu söylemek de taşımak da zordur. Çünkü o ağırdır. Ona inanmayan insan onu taşıyamaz. İnansa da ancak büyük çabalarla taşıyabilir sonuna kadar. Bunu da az sayıda insan başarır.

“Söylediklerinin sadece doğru olmasına değil, konuştuğun kimsenin bu doğruya katlanabilecek olmasına da dikkat et.” [1] der Michel Foucault.

Aslında başkalarının doğrularını taşımak, onlara tahammül etmek bir yana, çoğu insan kendi doğrularını bile taşıyacak, onlara tahammül edecek güçte değildir. Hem kendi, hem de başkalarının “doğru”larının altında ezilir böyle insanlar. Çoğunlukla “doğru”yu söylemekten kaçınırlar, kendi inandıklarını bile. Ortama bakar, ona göre şekil alırlar. Çoğu insan böyledir. Eğer inandığı “doğru”nun o ortamda kendisine zarar verebileceğini düşünürse, onu seslendirmekten, dile getirmekten kaçınabilir. Çünkü risklidir.

“Kim egemen olabilir kendi görüntüsüne? Kim taşıyabilir kendi ağırlığını?”[2]

İnsanın kendi ağırlığını taşıyabilmesi bile zordur. Kendi ağırlığının üzerine bir de doğrularını taşıyabilmesi çok daha zordur. Bu yüzden çoğu insan sırtını bir yerlere yaslama gereği duyar. Baktığımız zaman toplumun çoğunluğunun böyle yaptığını rahatlıkla görürüz. Bir güce sırtını dayayarak kişi kendi ağırlığından kurtulmayı, onu taşıyabilmek için destek almayı ister. Ama bunu yaptığında kendi özgürlüğünü ve iradesini kaybetmiştir. Sırtını dayadığı güç artık ona egemendir. Kendi ağırlığını taşıyabilen özgür insan sayısı çok az olmuştur tarihte. En kolayı özgürlüğünden ve kendi iradesinden vazgeçerek bir güce sırtını dayamaktır.

***

Herkes en çok kendisine hayrandır ve kendisini sevmektedir

“… başkalarının hatalarını görürüz; ancak, kendimizinkiler söz konusu olduğunda kör oluruz. Her insan bunun doğru olduğunu kabul eder ve üstelik Platon bunun gerekçesini de sunar [Yasalar, 731e]. Platon âşık insanın, aşk nesnesi söz konusu olduğunda kör olduğunu söyler. O halde eğer herkes en çok kendisini seviyorsa, insan kendisi söz konusu olduğunda kördür…” [3] https://www.ayrintiyayinlari.com.tr/kitap/dogruyu-soylemek/259

İçinde bulunduğumuz sosyal medya çağının “doğrusu” şudur: Herkes en çok kendisine hayrandır ve kendisini sevmektedir. İnsanın egosu büyümüştür. Egosu büyürken empati ve agape [4] duygularını yitirmiştir insan. Egosunun ağırlığı altında ezilmiş ve sürekli sosyal medya gösteri dünyasında kendisine rol biçmekle ve gösteri yapmakla meşguldür insan artık. Bir gösteri bitmeden hemen diğer bir gösteriye başlamaktır. Yediğini, ilişkilerini, gezdiğini, gördüğünü, düşündüğünü, koştuğunu, yürüdüğünü, her şeyini paylaşmaktadır. İnsanın gizi kaçmıştır artık bu gösteri dünyasında. Büyüsü ve gizemi kaybolmuştur.

Doğruyu söylemek de taşımak da zordur. Çünkü o ağırdır. Ona inanmayan insan onu taşıyamaz. İnansa da ancak büyük çabalarla taşıyabilir sonuna kadar. Bunu da az sayıda insan başarır. Toplumun çoğunluğu doğru, gerçek, gerçeklik, hakikat gibi değerleri hiç aramaz, oralı bile olmaz. Sanki bunları daha doğuştan keşfetmiştir o. Sadece sürüyü ve  içgüdülerini takip eder böyleleri.

***

“Bin tane oyun oynadım, birini kaybettim. Hepsini kaybettim.” [v] der Ingvar Ambjörnsen.

Bazen 999 oyunu kazanırız da, esas oyunu, hayat oyununu yitiririz; ve kazandığımızı sandığımız her şey avuçlarımızdan bir anda kayar gider. Aslında esas oyunu baştan kaybetmişizdir. Ve kazanabileceğimiz hiçbir şey de yoktur. İşte giz budur.

Bukowski, bu durumu dört sözcükle çarpıcı bir biçimde açıklar ve,

“Kaybedilmiştir bir bahistir yaşamak.” der.

Gerçekten daha başta kaybetmişizdir onu. Ama bunu bilerek yaşarsak, en azından biraz da olsa mutlu ve özgür olabiliriz. Bizi bağlayan bağlardan kurtulduğumuz oranda özgürlüğe de yaklaşmış olacağız.

Erol Anar


[1] Michel Foucault: Doğruyu Söylemek”, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, Üçüncü Basım 2012, sayfa 115.

[2] Ingvar Ambjörnsen: “İnsan Postuna Bürünmüş Köpek”, Ayrıntı Yayınları, 5. Baskı, 2017, sayfa 11.

[3] Aktaran Foucault, “Doğruyu Söylemek”, sayfa 109-110.

[4] Yunanca’da “karşılık, menfaat ya da herhangi bir cinsel dürtü gözetmeyen aşk” anlamına gelen agape, “eros” kavramıyla zıtlık oluşturur. Skolastik felsefede Tanrı için duyulan sevgiyi anlatmada kullanılmıştır. Ahlak felsefesinde erdemin merkezinde “sevgi” olduğu düşüncesini yansıtan “agapizm” buradan gelmektedir. (Vikipedi)

[5] Ingvar Ambjörnsen, age, sayfa 11.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!