İnsan Üzerine Notlar

İnsan Üzerine Notlar

İnsan dinlerin, ideolojilerin, aydınlanmanın yükselttiği yerine layık olmayan bir canlıdır. O kirlidir, tepeden tırnağa.

“Kıyıma uğramış ağaçlar. Evler çırılçıplak ortada. Her yerde ağızlar, ağızlar … insanlar yayılmış ortalığa. İnsan, toprağın kanseri…” [1] diyor Cioran.

İnsan varlığının, benliğinin ve ölümün bilincinde olduğu için belki de ölümle oynuyor. Doğaya, diğer canlılara ölüm getiriyor. Ve de kendi türüne. İnsan fauna ve flora’nın katilidir aynı zamanda.

İnsanlık tarihi kan, iktidar ve ölümün tarihidir. İnsan ateşle oynar gibi ölümle oynamış, yeryüzünü kana boyamıştır. Din, milliyetçilik, devlet, toprak, bayrak, sömürü v.s. adına yapmıştır bunu görünüşte, ama gerçek neden tektir: İktidar hırsı ve arzusu. İşte budur insanı domine eden binlerce yıldır. Ne zaman ki iktidar insanın ellerine bulaştı, insan ölümle de oynamayı öğrendi. Ötekileri yönetme, sömürme ve iktidarı altına alma arzusudur bu.

“Kıyıma uğramış ağaçlar” da insanın eseridir, savaşlar da… ve yeryüzündeki kan da büyük ölçüde onun ellerinden akar.

***

Tek tanrılı dinler insanı en yukarıya koydu, hatta tüm her şeyin insan için yaratıldığını söylediler. Aydınlanma düşüncesi de insanı en yukarıya koydu ve başat olarak ele aldı. İdeolojiler de insanı ve onun bilincini öne koyarak, her şeyi insanın değiştirebilme ve dönüştürebilme gücüne göre. Antroposantrizmdir bu.

Oysa doğayla uyum içinde ve barışık yaşayan Yerlilerin kökü eskilere dayanan inançlarına, efsanelerine bakarsak orada insanın merkezde olmadığını görürüz. Eski inançlar insana olduğundan daha fazla bir yer biçmez. Hatta hayvanlara insandan daha fazla önem verirler bu efsanelerde ve doğa ile uyum içinde yaşamaya çalışırlar, onu hunharca katletmeyi düşünmezler.

O zaman tüm uygarlık denilen “ilerleme” aslında bu açıdan bakıldığında bir gerilemedir.

“İlerleme, her kuşağın, kendinden önce gelenlere karşı yaptığı adaletsizliktir.” diyor Cioran yine. (Age, sayfa 136)

Aslında ilerledikçe insan, paradoksal olarak da gerilemiştir. Doğadan, kendisi olmaktan, her şeyden uzaklaşmış, makineleşmiş ve iktidar mekanizmalarının, ağlarının içinde kendi kendisinin tutsağı olmuştur.

Dinler, ideolojiler v.s. bunların hepsi insanı savaşlara ve iktidar mücadelelerine itmiştir. Günümüzde de bu sürmektedir. Bütün bunlar insanı kendinden, doğadan ve evrenle bütünleşme düşüncesinden uzaklaştırmıştır bence. İnsanı yerli yerine koymak, işte bu her şeyi çözecektir, bütün sorunları… İnsan evrende onun bir parçası olarak hiçbir canlıdan daha üstün görmemelidir kendini. Flora ve fauna’yla uyum içinde yaşayan, evrenin merkezi değil, onun sadece bir parçası olduğunu hisseden insan özgürlüğe, kendisine daha çok yaklaşacak ve huzur bulacaktır.

İnsanı bulunduğu tahttan indirmek gerekir. Her anlamda… Onun hayvanlar, doğa ve de kendi türü üzerindeki kötücül iktidarını sonlandırmak gerekir. Ve böylece o evrenle, her şeyle uyum içinde yaşayacak, onun bir parçası olarak bütünleşecek, yeni bir yola girecektir. Bu da huzur, mutluluk ve özgürlüğün yoludur. İktidar savaşlarının, doğayı ve hayvanları ve kendi türünü katletmenin tamamen tersidir bu yeni yönelim.

Yani insanı o çıktığı hayali, gerçekte olmayan fildişi kuleden indirmektir esas sorun.

***

İnsanın sorunu yersiz yurtsuzlaşamamasıdır.

“İlerleme”nin bedeli özgürlüğünü kaybetmesidir insanın. İnsan bir düzen aşığı olmuştur. Her şeyi düzenli ve bir makine gibi tıkır tıkır işliyor biçimde ele alır. Kapitalizm insanı bir vidaya dönüştürmüştür. Diğer ideolojiler de farklı değildir. İnsanı sadece bir canlı olarak, flora ve fauna’nın bir parçası olarak evren uyum içinde yaşaması gereken bir canlı olarak ele almazlar ideolojiler. Böyle bir ideoloji henüz yoktur en azından tarihte. Belki anarşizm biraz yaklaşabilir bu ütopyaya. Onun da eleştirilecek yanları çoktur. Bir ideolojiden çok, bir yaşam tasarımı, teorisi olsa da.

“İnsanlar cehennemden kaçarken bile, cehennemi başka bir yerde yeniden kurmak için yaparlar bunu.” [2]

İnsan cehennemi sırtında taşımaktadır, onu gittiği her yere kaçınılmaz olarak götürür. Çünkü onun sorunu biraz da yersiz yurtsuzlaşamamasıdır.(Deleuze’ün terimiyle) Ait olduğu yerden ayrılalı seksen yıl olsa dahi, orada edindiği kültürü, inançlarını ve davranışlarını hep yanında taşır ölene dek. Bir türlü yersiz yurtsuzlaşamaz. Onun sorunu biraz da budur işte. Bir hayvan insandan çok daha yersiz yurtsuzdur. Onu bulunduğu bölgeden alın başka bir bölgeye koyun, acı çekmeden orada da yaşar. Ama insan acı çekerek yaşar, çünkü içindeki cehennemi taşımıştır oraya. Bakınız Avrupa’ya 50 yıl önce gitmiş ama bir türlü uyum sağlayamamış, hâlâ geldiği köydeki gibi yaşayan insanlar var. Onlar yersiz yurtsuzlaşayamayanlardır bir türlü.

***

Mark Twain’in çok sevdiğim uzun bir öyküsü var. “Gizemli Yabancı” başlıklı bu öyküde Twain, küçük bir köye giderek üç dört çocukla arkadaş olan ve onlara kimliğini açıklayan Şeytan’ı anlatır. Şeytan ne iyidir, ne de kötü. O olduğu gibidir. Ama insan içinde bulunduğu koşullardan ve hırsından dolayı bütün kötülüğün nedenidir. Ama Şeytan beklendiği gibi kötü birisi değildir; aksine şeytan o çocuklara insanın kötü yola sevkedildiğini, insanın bütün tarihsel serüvenini onlara göstererek ve bütün bu tarihsel serüvenin savaştan, iktidar hırsından, katliamdan ibaret olduğunu kanıtlayarak gösterir. Kitabın birçok yerinde insan kılığındaki Şeytan çok önemli tespitlerde bulunuyor, bunlardan bir tanesini aktarıyorum. Bu ikinci kez okuduğum bir öykü ve çok seviyorum. Şöyle diyor bu uzun öykünün bir yerinde Şeytan:

“Ben sizin ırkınızı tanırım. Koyunlardan oluşmuştur. Bu ırk azınlıklar tarafından yönetilir, çok ender olarak çoğunluklar tarafından yönetilir ya da hiçbir zaman onlar tarafından yönetilmez. Bu ırk duygularını, inançlarını bastırır, en çok gürültü çıkaran bir avuç insanın peşinden gider. Bazen o bir avuç gürültücü haklıdır, bazen de haksızdır, ama bunun önemi yoktur, kalabalık onları izler. Büyük çoğunluğu vahşi olsun, uygarlaşmış olsun gizliden gizliye iyi yüreklidir ve acı vermekten kaçınır. Ama saldırgan ve acımasız bir azınlığın bulunması durumunda kendilerini öne çıkarmayı göze alamazlar. Şunu bir düşün iyi yürekli bir yaratık öteki aleyhine casusluk yapıyor, ikisini de isyan etmeye götürecek haksızlıklara sadık bir tutumla yardımcı oluyor. Uzman olarak konuştuğum için şunu biliyorum ki sizin ırkınızın yüzde doksan dokuzu bu aptallığa, çok eskiden ilk kez bir avuç bağnaz dindar delinin kışkırttığı cadıların öldürülmesi olayına şiddetle karşıydı. Gene biliyorum ki çağlar boyu aktarılarak gelen önyargılardan ve aptalca öğretilerden sonra ancak yirmi kişiden biri bir cadının cezalandırılması gerektiğine gerçekten inanıyor. Oysa öyle görünüyor ki herkes cadılardan nefret ediyor ve onların öldürülmesini istiyor. Bir gün öteki taraftaki bir avuç insan başkaldıracak ortalığı karıştıracak, belki koskocaman sesiyle ve kararlı çıkışı ile bir tek gözüpek adam yapacak bunu ve bir hafta içinde bütün koyunlar dönüş yapıp onu izleyecek cadı avı da birden sona erecek.” [3]

Bu öyküdeki Şeytan, aslında bir filozof. Ve insanı iyi anlatıyor. Tüm insanlık tarihinin savaşlardan, iktidar mücadelelerinden ibaret olduğunu görüyor ve şöyle diyor:

“İnsan bir hastalıklar müzesidir, bir pislikler evidir, bugün gelir, yarın gider; yola toprak olarak çıkar, pis bir koku olarak çekip gider;”[4]

İnsan dinlerin, ideolojilerin, aydınlanmanın yükselttiği yerine layık olmayan bir canlıdır. O kirlidir, tepeden tırnağa. Kendi kanıyla kirlenmiştir. Kendi kanıyla yıkanmıştır. Onu oradan indirip temizlemek ve kutsallaştırmamak, tekleştirmemek, yeniden doğaya ve evrene kazandırmak gerekir. Onun yeniden insanlaşmasının tek yolu budur: Uyum… Evrene, gezegene, flora ve fauna’ya uyum.

Erol Anar


[1] Emil Michel Cioran: Doğmuş Olmanın Sakıncası Üzerine, Çeviren: Kenan Sarıalioğlu, Gendaş Kültür, Birinci Baskı: Mayıs 2001,   sayfa 176.

[2] Cioran, age, sayfa 92.

[3] Mark Twain: Seçme Öyküler, Türkiye İş Bankası Yayınları, Çeviren: Yurdanur Salman, sayfa 118.

[4] Age, sayfa 48.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!