Bu noktada insan oluşun sosyolojik görünümü üzerine bir şeyler söylemek gerekiyor. Örneğin suç , yoksulluğun bir sonucu olarak değerlendirilir. Ancak bu görüş çoğunluğun niçin suç işlemediğini açıklamaz. Bununla birlikte yoksullukla suç arasında hiçbir ilişki olmadığını da söyleyemeyiz.
İnsanın kendi benliği için sorumluluk alması çelişik bir süreçtir. Zamansal dizilişin basit kavramlarıyla düşünen biri buradaki etki mekanizmasını hiçbir zaman anlayamaz. Dıştan gelen etkiler olmaksızın gelişim asla olası değildir. Hepimizin ailesi, içimizde etkili olmayı sürdüren bir annesi veya babası var. Ancak insan ruhunun içlerinde oluşan zıtlıklar kendi dinamiklerini geliştirir. Böylece, görünüşte dış olayların neden olduğu, ama aslında bunlarla hiç ilgisi olmayan veya çok az ilgili olan davranışlar ortaya çıkar.
…
Kendisini bir başkasına teslim edişin kişinin sürekli şikayeti de bu sürece bağlı olarak şudur: “Benim için yeterince şey yapmadın.” Bu, iktidar ve tabi oluş üzerine kurulu her sözleşmenin temelinde bulunan karşı güç olma hayalinin bir ifadesidir.
Bu iktidar oyunu , gizli tutulanın içinde serbestçe etkisini gösterir ve memedeki çocukta kamışına öncesi duyguların akışı içinde başlar. Karşı güç oluşturma niyetini saklamak için bu iktidar oyunu gizli tutulmak zorundadır. Karşı güç oluşturma yanılsaması, kendini tabi kılan için bunu kendi isteğiyle yaptığını gizlenmesine yarar. Bu çifte bir yenilgi getirir: Tabi oluş devam eder ve intikam duyguları kendine zarar vermeye dönüşür. Sürekli olarak kendilik nefretinden beslenen intikam ihtiyacı, kişinin ruh durumunu belirleyen, bilinmeyen ve itiraf edilmeyen bir kaynak ve yönlendirici haline gelir.
…
Eğer kişinin gelişimini kendi tabi oluşunda işbirliği belirliyorsa ortaya çıkan tablo budur. Kişi kendisini tabi kıldığının farkında değilse yarılmış ben, yaşamın sonraki yıllarında da bütünlenemez. Bunun doğurduğu kendilik nefreti, ruhsal dengesizliği ödünleme girişimi olarak gelecekteki tüm edimleri besleyecektir. Aslında kendilik nefreti duyguları içinde bir yaşam mümkün değildir. Ancak kişi, tabi olmaya o denli hazır olan kendi benliğine karşı durabilirse -acı çekme pahasına da olsa- kendilik nefreti azaltabilir. Fakat bu karşılaşma, nefreti yaratan tabi oluşu kabul etme anlamına gelir.
…
Kabul görmemekten duyulan acı büyük bir ihtimalle bazı çocuklar için ani çocuk ölümü olarak adlandırılan durumun nedeni oluyor. Çocuk, kendisini ezen iktidardan pay alabilmek için çoğunlukla kendisini tabi kılar. Görülen o ki, otistik çocuklar bu acıyla başka türlü başa çıkıyorlar, acıyı yadsımaya yanaşmıyorlar.
Bu ağır bir ikilem: İnsan, ona karşı bir şey yapmadan kendilik nefreti duyguları içinde yaşayamaz. Kendilik nefretiyle yüzleşirse de kendi kendisine ihanet edişinin acısıyla karşı karşıya gelecektir. Bu durumda kendilik nefreti yadsınır. İnsanın kendi kendisine saygı duyma ihtiyacıyla, boyun eğerek iktidarla işbirliği yapma eğilimi arasındaki çelişki, bu nedenle insan ruhundaki en temel ve belki de ilk yarılmadır. Bu yalnızca bir bastırma değil, aksine kökten bir bölünmedir; kendinden vazgeçmiş olmayı bilmek ve bundan doğan kendilik nefreti arasında bölünme. Bu bütün bir yaşamın esası haline gelir. Bu yarılma içselleşmiştir ve itaatle sorumluluğu özdeşleştiren toplumsal ideoloji tarafından desteklenir: İtaat etmek iyi olmak demektir, iyi olmak da sorumluluk sahibi olmak demektir. Buna karşın özgür olmak itaatsizliktir, itaatsiz olan hoşnutsuzluk yaratır ve güçlülerin himayesini, dolayısıyla iktidarlarından pay alma şansını riske atar.
Bu noktada insan oluşun sosyolojik görünümü üzerine bir şeyler söylemek gerekiyor. Örneğin suç, yoksulluğun bir sonucu olarak değerlendirilir. Ancak bu görüş çoğunluğun niçin suç işlemediğini açıklamaz. Bununla birlikte yoksullukla suç arasında hiçbir ilişki olmadığını da söyleyemeyiz. İnsan bazı şeyleri ayırmaktan kaçınamaz. Eğer aç biri çalıyorsa bunun nedeni açgözlülük değildir ve eğer bunu yaparken istemeden birini öldürüyorsa bu kasti bir cinayet değildir. Diğer yandan varsıllar ve güçlüler, toplumun savaşları çıkartan, diğer insanların yaşam temellerini yıkıma uğratan, doğayı ve insanı zehirleyen kesimidir. Ancak hapishanelere atılan onlar değildir. Suç istatistiklerine geçenlerin varsıllardan çok yoksulların olmasının nedeni, bu tür istatistiklerin varsılların ve güçlülerin denetiminde olması ve yıkıcılığın bütün biçimlerini hesaba katmamasıdır.
Arno Gruen
Normalliğin Deliliği, Çitlembik Yayınları, Türkçesi: İlknur İgan, sayfa 15-19. https://www.idefix.com/Kitap/Normalligin-Deliligi/Arno-Gruen/Egitim-Basvuru/Psikoloji-Bilimi/urunno=0000000142501