Bir gün Balo abinin lastikçi dükkânına gitmiştik birkaç arkadaş. Balo abi yoktu, çırağı Salim vardı dükkânda. Tembel tembel oturuyordu, iş yoktu o gün.
Salim 12 yaşlarında, esmer, ince ve zayıf bir çocuktu, bizden 3-4 yaş küçüktü. Kısa saçları vardı, Salim’in sesiyse sanki burnundan konuşuyor gibi çıkardı. Bize hep “abi” diye hitap ederdi.
“Balo abi bir yere kadar gitti Erol Abi. Birazdan gelir.”
“Öylesine sorduk, önemli değil.” dedim.
Bu arada bir arkadaşım Salim’i her zaman kızdırırdı, o gün de Salim’i kızdırdı. Salim her zaman kızsa da, tahammül ederdi. Ama o gün nedense tahammül sınırı aşılmıştı Salim’in.
Birden levyeyi kaldırdı ve arkadaşımın üstüne yürürken şu sözler döküldü ağzından:
“Babanın a..na koyarım senin.”
Hepimiz birden şok olmuştuk.
Arkadaşım kıpkırmızı oldu,
“Sen ne biçim konuşuyorsun lan.” dedi Salim’in üzerine yürüdü dövmek için.
Araya girdik. Sonra Salim’e,
“Oğlum, ne biçim ağır küfür ediyorsun. Özür dile abinden.” dedik.
Salim de arkadaştan özür diledi, mesele böylece tatlıya bağlandı.
Derken Balo abi geldi dükkânına tekrar.
Olanları anlattık ona, dikkatle dinledi.
O arada bize birer sigara ikram etmek istedi. Cebinden Birinci paketini çıkarmıştı.
“Yakın lan keriz köylüler.” dedi gülerek.
“Balo abi, diğer cepten lütfen.” dedim.
Güldü kahkahayla, kıpkırmızı oldu, diğer cepte hep uzun Samsun ya da yabancı sigara olurdu bazen de.
Samsun paketini çıkardı ve bize ikram etti.
Sonra Salim’e dönerek,
“Git oğlum Salim’in kahvehaneden 5 çay şöyle bize.” dedi.
Çaycı Salim başka bir birisiydi, hemen o arada kahvehanesi vardı.
Balo abi çay gelince, çaydan bir yudum aldı ve sigaradan bir nefes çekti. Sonra,
“Kediyi duvara sıkıştırmayacaksın.” dedi.
Gözlerimize baktı bir süre ciddiyetle, sözlerinin ağırlığını tartar gibi.
“Ne yapacak edeceksin, kediyi duvara sıkıştırmayacaksın. O zaman bütün gücüyle saldırır sana. Kimseyi küçük görmeyeceksin. Sen büyük, güçlü olsan da bazen kâr etmez.” dedi.
Sonra bir kahkaha attı.
Bizse düşünceli bir şekilde çaylarımızı yudumladık.
Salim ise hiçbir şey anlamamış levye ile oynuyordu.
İşte dörtyol çocukları böyleydiler. Küçücük bir çocuk der geçerdiniz, birden ağıza alınmaz küfürler ederlerdi.
***
Dörtyol’daki en ünlü kahvehane kuşkusuz Çerkez Ziya’nın kahvehanesi idi. Öyle derlerdi aynen. Çerkez Ziya Amca’nın kahvehanesine babam giderdi. Oradaki Berber Şükrü av arkadaşı idi babamın; ben de ona traş olmak için sık sık bu kahvehaneye giderdim.
Hikmet abi, (Hamarat) Çerkez Ziya amcanın oğlu idi. Bir sabah Hikmet abi evden çıkmış ve Dörtyol’a doğru yürüyormuş.
Orta Camii’nin oraya geldiğinde Tabutçu Şahin ile karşılaşır.
“Hayrola Şahin nereye gidiyorsun böyle telâşlı telâşlı?”
Şahin’in yüzü kaygılı görünmektedir. Eliyle şapkasını çıkarıp tekrar yerine koyan Şahin,
“Ya sorma Ziya dayımın oğlu, hiç sorma. Nedir bu başıma gelen?”
“Ne oldu ki?”
“Ya inanır mısın üç tane cenaze var şu an. Şimdi ben hangi birisine yetişeyim, üçünün de ailesi beni çağırıyor. Ben hangisine gideyim?”
Elleini iki yana açıp öylece konuşuyormuş Şahin.
“Ya ben bunların üçünü de sevip sayardım. Ne biçim şey bu ya kardeşim, aynı gün niye ölüyorsunuz, sırayla ölseniz ne vardı? Sanki bir yere mi yetişecektiniz rahmetliler…” der.
Böyle kendi kendine ellerini açarak yüksek sesle konuşarak yürüyüp gider Şahin. Hikmet abi arkasından bir süre bakakalır onun.
Erol Anar
“Aşaǧı Mahalle” başlıklı henüz yayınlanmayan kitabımdan…
Copyright © 2019 erol anar. Bütün hakları saklıdır.