Dostoyevski ve Varoluşumuzun Acısı

Dostoyevski ve Varoluşumuzun Acısı

“Dostoyevski’yi keşfetmek, benim için,

Stendhal’ı keşfetmekten çok daha önemliydi, bana

ruhbilim konusunda bir şeyler öğreten tek kişidir o.”

Nietzsche [1]

İnsan karmaşık duygular içine girer zaman zaman. Kendisi bile ne hissettiğini tam olarak çözemez, adlandıramaz. Tıpkı denizin dalgaları gibi, duyguları bir uçtan diğer uca gider gelir. Tuhaf bir durumdur bu. Dostoyevski bu durumu şöyle açıklıyor kendince:

“İnsan bazen öyle bir sınıra gelir ki, onu aşamadığı için mutsuz olur. Ne tuhaftır ki, aşınca daha da mutsuz olur…[2]

Bu insanın varoluşunun getirdiği bir tatminsizliktir bence. Elde edince, elde etmek için uğraştığı belki çok emek verdiği şey bir anda değerini yitirir. Yapmasının engellendiği bir davranış, bir sınırı geçince yine Dostoyevski’nin dediği gibi mutsuz olur. Çünkü ölüm vardır, hangi sınırı geçerse geçsin. Her iki durumda da eksik olacaktır insan.

İşte bu ruh hali tatminsizlik ve sınırı geçmiş olmanın verdiği mutsuzluk onun mektuplarına yansımıştır.

“Budala” adlı kitabı üzerine şöyle der, o roman üzerinde çalıştığı dönemde:

“Bu romanıma karşı tiksintiye varan bir hoşnutsuzluk hissediyorum” diye yazar. “Kendimi çalışmak için çok fazla zorladım, ama yapamadım, kalbimde bir rahatsızlık var. Şu an üçüncü bölüm için son bir gayret gösteriyorum. Eğer romanı düzenlemeyi başarırsam işe koyulacağım, yoksa işim bitik demektir.” [3]

Bu tam da kendisinin mutsuz olmakla ilgili yazdığı yukarıdaki cümleyi iyi açıklıyor.

Diğer yandan, her şeyi karşıtlıklarıyla birlikte ele alır o. İnsanın iç dünyasında gezinirken. Elindeki fener ile iç dünyasının karanlıklarını aydınlatmaya çalışır, ama bütünü değil sadece bir parçayı.

“Ve Ecinnilerin ilginç kahramanı Stavrogin bize şunları söyleyecektir: Her zaman yapabildiğim gibi, iyi bir tavırda bulunma isteği duyabilir ve bundan dolayı da mutlu olabilirim. Bunun yanısıra bir kötülük yapmak da isterim ve bu bana büyük bir zevk verir.” [4]

Burada işte onun farklılığı ortaya çıkar. Edebiyatta devrim yapmıştır aslında, dünya sadece iyi ve kötü insanlardan oluşmaz. Biz hem iyi, hem de kötüyüz aynı zamanda. Çeşitli etkenlerle birlikte tıpkı bir denizin dalgaları gibi iyi ve kötü arasında gidip geri çekiliriz. Ne saf iyi vardır, ne de saf kötü.

O zamana kadar Balzac, Dickens, Hugo gibi birçok ünlü büyük yazar ve başkaları, insanları iyiler ve kötüler, (daha doğrusu saf iyiler, saf kötüler) olarak siyah ve beyaz dünyalar gibi ikiye ayırmışlar ve doğa tasvirleriyle daha çok dış dünyada gezinmişlerdir. Örneğin Balzac’ın ‘Goriot Baba’ adlı muhteşem yapıtında da bu duruma rastlarız. Kızları için her şeyi yapan “iyi” Goriot Baba ölürken kızları onu ziyaret etmezler. Sadece bir kızı öldükten sonra gidip elini tutar, ama o çoktan ölmüştür. Yine “Eugenie Grandet” adlı yapıtında Balzac bu karşıtlıklara yer verir. Eugenie’nin babası cimri ve parayı, altını seven bir adamdır. Eugenie ise sevdiği kişi olan Charles’a babasının ona verdiği altınları borç olarak verir. O Hindistan’a gidecek, zengin olup geldiğinde kızla evlenecektir. Babası onun altınları verdiğini öğrenince, kızını odaya hapseder. Annesi üzüntüden hasta olur, daha sonra da babası. Daha sonra ikisini de peş peşe kaybeder Eugenie. Charles ise “kötü” karakterlerdendir. Ve Eugenie’yi, onun iyiliklerini unutmuştur, başka bir kadınla evlenecektir. Eugenie ise babasının tersine, başka bir kişiyle evlenip, bol bol bağışlar yapmaya ve iyilikler yapmaya devam eder. Yani roman karakterleri ya iyi ya da kötüdürler.

Cherles Dickens’ta da Dostoyevski gibi yoksul insanların hikâyeleri bulunur. Ama onun yaklaşımı farklıdır. Keskin bir iyi ve kötü karşıtlığı vardır Dickens’ta. Örneğin  “Oliver Twist” adlı yapıtında, yetim Oliver bir hırsızlık çetesinin eline düşmesine, hırsızlık yapmasına karşın iyi bir kişiliktir. Kötü kişiler tarafından kullanılan Oliver, en sonunda mutluluğa ve dürüst bir yaşama kavuşur. Yine Dickens’ın “David Copperfield” adlı yapıtında da iyi ve kötü portreleri belirgin olarak çizilmiştir. Üvey babası ve halası tarafından baskıya uğrayan David, annesi de ölünce kimsesiz kalır. Yine bu kitap da Oliver Twist gibi zorlu bir hayattan mutlu sona ulaşma çabasını anlatır. İki çocuk da kimsesizdir.

Victor Hugo ise magnum opus’u (başyapıt) “Sefiller”de aynı konuyu farklı biçimde işlemiştir. Ekmek çaldığı için kürek cezasına mahkûm olan Jean Vealjan iyi biridir, ama kötü koşullar içindedir. Tıpkı Oliver ve David Copperfield gibi. Ama Jean Valjean daha sonra iyi ruhuyla kötü koşullardan kurtulur ve hayatını insanlara yardım etmeye, feda etmeye adar.

Dostoyevski romanlarında iyilik bu derece belirgin değildir. Raskolnikov bazen “iyidir”, bazen ise cinayet işleyecek kadar “kötü.”

Dostoyevski de yoksulların hikâyesini anlatır genelde. Ama başka bir gözle. O dışarıda değil evin içindedir. Ürkek adımlarıyla bizi evden dışarıya çıkarmaz evin içinde gezdirir. Karanlık köşeleri aydınlatır. Bu ev, kendi iç dünyamızın evidir.

Bu konuda Hallett Carr, Dostoyevski’den şu alıntıyı yapar:

“Kapalı bir odada” diyor kahramanlarından biri, “düşünceler bile kapalı oluyor.” Birçok romanının simgesi olabilecek bir söz bu.” [5]

Dostoyevski, Sibirya’da hapishanede yıllarca kapalı kalmıştır. Bu onu o dar mekânda iç dünyasına yönelmeye ve etrafındaki mahkûmları gözlemlemeye yöneltir. Okuyacak kitap olmaması da, onun daha çok düşünmesine ve gözlem yapmasına neden olan etkenlerden birisidir. “Dostoyevski’nin, bizi ruhbiliminin en ilginç bölgelerine götürdüğü sırada duyduğu ihtiyaç, okuyucuya gerçekdışı ve hayali gelebilecek bir şeyi elden geldiğince sağlam bir temele oturtmak üzere en küçük dış ayrıntıyı belirginleştirme gereksinimi çok ilgi çekicidir.” [6] diyor Andre Gide bu konuda.

Dostoyevski edebiyatta varoluşçuluğun (egzistansiyalizm) babası olarak da bilinir.

Kitaplarında görülen acı, aslında varoluşun acısıdır. Acı çekmek iyidir, insanı arındırır ona göre. Pek çok kitabında buna benzer cümleler vardır. Acı iyidir, çünkü bence varoluşunu hissettirir insana. İşte o varoluşu hissetmek için acıya başvurur.

Erol Anar

[1] Andre Gide: “Dostoyevski”, L&M Yayınları, 1. Baskı, Nisan 2005, İstanbul, sayfa 124.

[2] Dostoyevski: “Suç ve Ceza”,Venedik Yayınları. sayfa 181.

[3] Gide: age, sayfa 23.

[4] Gide, age, sayfa 136.

[5] Edward Hallett Carr: “Dostoyevski”, İletişim Yayınları, 8. Baskı, 2014, İstanbul sayfa 15.

[6] Gide, age, sayfa 159.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!