Kuzey Amerika Notları (4)

Kuzey Amerika Notları (4)

Sonra bir sigara yakarak odamın penceresinden Chinatown’a (Çin Mahallesi) baktım. New York’a akşam iniyordu yavaş yavaş. Uzaklarda pembeleşmiş bulutlar giderek laciverte dönüyorlardı. Aşağıda sokakta evlerin, dükkânların önüne oturmuş belden üsteleri çıplak birkaç Çinli sohbet ediyordu. Sanki bir filmin içinde gibiydim. Şimdi Manhattan’dan bakıyordum hayata. Ama önemli olan Manhattan’da kalarak, her yere yakın olmaktı. 

Bir gün Murat beni arkadaşları ile tanıştırmaya götürdü. Virjinya’da bir kargo şirketine gitmiştik. Burası, bizden biraz daha yaşlı Mahmut ağabeye aitti. Şirketin üç dört arabası vardı, bunlarla kendilerine teslim edilen kargoları hızla kentteki alıcılara teslim ediyorlardı.

Sonraki birkaç gün Mahmut ağabeylerde kaldım. Beni eve götürerek ailesi ile de tanıştırmıştı.

Orada şoför olarak çalışan yine bizden daha yaşlı bir Ermeni arkadaş vardı.  Ailesi, 1915 tehciri sırasında Brezilya’ya göç etmiş. Oradan da ABD’ye gelmişler. Kendisi çok iyi Türkçe konuşuyor ve ailesinin geldiği yer olan İstanbul’u ziyaret etmek istediğini söylüyordu.

Bu arada Helen’a telefon açmıştım, beni bir sonraki akşam için yemeğe davet etmişti. Bir çiçek alarak Helen’in evine gittim. Beni sevinçle karşıladı. Galericiliğe devam ediyordu. Daha doğrusu, hâlâ bu konuda araştırma yapıyor, çevre oluşturmaya çalışıyordu.

“Erol, resimlerini bazen karma sergilere koyuyorum.” dedi.

Yıllardır arayıp sormadım. O resimlerim ne oldu, bilmiyorum. Yıllar önce resim yapmayı bıraktığımdan bu yana da hiç ilgilenmedim. En azından resimlerim Helen’a kalsın, o değerlendirir, sağda solda sergilere koyar resimlerimi Washington D.C. ya da Virginya’da. Çünkü resimlerimin çoğunu orada kaldığımda sürede Helen’ın evinde yapmıştım. Büyük boyutta yağlı pastel resimlerdi bunlar çoğunlukla.

O gün orada kamyon şoförlüğü yapan Ömer ile de tanıştım. Ömer, buraya yıllar önce İç Anadolu’dan gelmiş ve önceleri bir süre New York’ta kalmış. Daha sonra da bu bölgeye yerleşmiş. İltica edip oturumunu aldıktan sonra ise, bir nakliye firmasında kamyon şoförü olarak çalışmaya başlamış. Aslında Ömer, siyasi hiçbir yönü olmayan bir insandı.  Daha sonraki günlerde bana, özellikle Türkiye’den buraya para kazanma umuduyla gelen insanların New York’ta nasıl sefil bir şekilde yaşadıklarından söz etti:

“Bunlar, yedi sekiz kişi bir odada yaşarlar. Sabah akşam zeytin ekmek, domates, yumurta yerler ve para biriktirmeye çalışırlar. İş olarak ise genelde benzin istasyonlarında pompacılık yaparlar. Genelde dil bilmezler ve öğrenmezler de. Çat pat birkaç kelime İngilizce konuşurlar. Bu nedenle pompacılıktan başka bir iş bulma şansları da yoktur.” diyordu.

Kentte gezdikten sonra akşama doğru kargo dükkanına gidiyor, burada sohbet ediyordum. Daha sonra genelde bir pizza ısmarlıyor ve üzerine demli çay içerek sohbet ediyorduk. Oradakilerin hepsi ile iyi arkadaş olmuştum. Bir gün Ömer eliyle sırtıma hafifçe vurarak şöyle dedi:

“Erol, sen burada kal, iltica et. Kitaplarından dolayı, senin ilticani hemen kabul ederler. Beş yıl sonra da Amerikan vatandaşı olur, pasaportunu alırsın.”

“Bu saatten sonra iltica edip ne yapacağım?

“Merak etme, sana uygun bir iş buluruz.”

“Teşekkürler Ömer, fakat burada kalmayı düşünmüyorum.”

Daha önceleri Birusk da buna benzer düşüncelerini dile getirmiş ve orada kalmamı istemişti. Birusk’la da görüştüm. Beni tekrar gördüğüne sevinmişti.

İkiz Kuleler Hatırası, Manhattan 1998.

Dört beş günlüğüne New York’a gitmeyi istiyordum. Bir önceki yıl altı ay ABD’de kalmış, fakat New York’u göremeden geri dönmüştüm. New York’u görmeden, kendimi ABD’yi görmüş hissetmiyordum.

Murat, bu düşüncemi duyduǧunda,

“Yalnız gitme!” dedi.

“Neden?”

“Tehlikeli.”

“Bir şey olmaz, merak etme dostum.”

Washington D.C. Ankara’ya benziyordu daha çok, güvenli ve daha küçüktü. Ama New York ise İstanbul gibiydi, çok büyük ve caddelerinde çok da güvenle yürüyemeyeceğiniz bir kentti, hele de bir yabancı iseniz. Ama ne olursa olsun New York benim filmlerde görüp de, hep bir gün görmeyi dilediğim bir kentti.

İnternetten New York’ta ucuz otel araştırdım. Bütçeme göre ucuz bir otel arıyordum. Brodway caddesine yakın bir otelde kalmayı istiyordum. Çin mahallesinde, geceliği 35 dolara bir otel buldum. Telefon açtım, rezervasyon yapmak için, formalite olarak kredi kartı istiyorlardı. Arkadaşım Birusk’un kartı ile rezervasyon yaptırdık.

New York’a gitmişken, PEN Yazarlar Örgütü ve Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) ile de görüşmek istiyordum. New York’daki PEN, Türkiye’de kitaplarım toplatılıp yargılandığımda, bu durumu açıklama ile protesto etmiş, üyeleriyle, zamanın Başbakanı Erbakan’a yönelik bir protesto kampanyası yapmıştı.

Gazetecileri Koruma Örgütü’nün ise Türkiye’deki az sayıdaki üyelerindendim. Türkiye’de düşünce özgürlüğü üzerine çalışırken, New York’dan CPJ’den arayarak, düşünce özgürlüğü konusunda fikirlerimi soran Yalman adlı Türk bir gazeteci vardı. Daha sonra beni komite üyesi yapmıştı.

Her iki kurumdan da telefon ile randevu aldım. İki kurumun yeri de, Broadway caddesi üzerindeydi. Otelden oraya yürüyerek kolaylıkla gidebilecektim.

Washington – New York arası otobüsle dört saat sürüyordu. Bir otobüs bileti aldım. Küçük sırt çantamı hazırlayarak ertesi gün, terminalden New York otobüsüne bindim. O gün oldukça heyecanlıydım. New York, dünyada en çok görmek istediğim kentlerden birisiydi.

Böylece aşağı yukarı dört saatlik bir yolculuktan sonra öğleden sonra kente ulaştım. İlk gördüğüm tabelalardan birisi de ünlü New Yorker dergisininkiydi. Otobüs, New York otobüs terminaline girdi. ABD’de otobüs terminalleri Türkiye’de olduğu kadar yeni ve temiz değil. Müşteri profiline bakıldığında daha çok yoksul Afrikalı Amerikalıların tercih ettiği bir seyahat biçimi.

New York otobüs terminalinde indiğimde bu yüzden hayal kırıklığına uğramadım. Terminal kokuyordu ve pisti. Koltuklar eskiydi, duvarların boyası da dökülüyordu. Hemen oradan kaçarak yakındaki metroya geçtim.

Washington – Virginya hattında metro kullanımı son derece basitti. Fakat New York’un metro sistemi, ilk seferinde bana biraz karmaşık gelmişti. Otelin bulunduğu cadde, Çin mahallesindeydi ve Little İtaly (Küçük İtalya) denilen bölgeye de çok yakındı. Burası, aşağı Manhattan bölgesiydi. Otobüs terminali ise, 42. Cadde üzerindeydi.

Önce mavi metro hattını almam gerekiyordu.  Mavi hat ile Washington Square durağına gittim. Buradan turuncu hat trenine bindim ve Grand Street durağında indim. Daha sonra oteli aramaya başladım. Burası ABD’den çok Çin’in bir kentine benziyordu. Muhtemelen filmlerde olduğu gibi, burada yaşayanların çoğu  İngilizce bilmiyordu. Bir dükkân sahibi Çinliye otelin bulunduğu caddeyi sormayı denedim, ama İngilizce bilmiyordu, anlaşamadık. Vazgeçtim.

Oralardaki bir büfeden beş dolara bir New York haritası aldım. İki blok kadar yürüyerek, otele ulaştım.  Resepsiyonda rezervasyonumu kontrol ettikten sonra dört günlük otel ücretini peşin ödememi istediler. Burası Manhattan idi, kimse kimseye güvenmiyordu. Ücreti ödeyerek odama çıktım.

Oda oldukça basit döşenmişti. İlk dikkatimi çeken şey zincirle bağlanmış, 37 ekran bir televizyon oldu odada. Anlaşılan kimse kimseye güvenmiyordu. Gülümsedim. Ucuz etin yahnisi bu kadar olurdu. Otel odasında küçük bir vantilatör vardı, ama hamam gibi sıcaktı oda. Pencereyi açmama rağmen, sıcaklığından bir şey kaybetmemişti. Banyolar odada değil, koridorda idi.  Hemen bir banyo yapıp, üzerimi değiştirdim.

Sonra bir sigara yakarak odamın penceresinden Chinatown’a (Çin Mahallesi) baktım. New York’a akşam iniyordu yavaş yavaş. Uzaklarda pembeleşmiş bulutlar giderek laciverte dönüyorlardı. Aşağıda sokakta evlerin, dükkânların önüne oturmuş belden üstleri çıplak birkaç Çinli sohbet ediyorlardı. Sanki bir filmin içinde gibiydim. Ama önemli olan Manhattan’da kalarak, her yere yakın olmaktı. Şimdi Manhattan’dan bakıyordum hayata.   Nihayet bu kente gelmeyi başarmıştım.

Devam edecek…

 

Erol Anar

 

 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!