Hiçbir Şey Hayatın Üzerinde Değildir

Hiçbir Şey Hayatın Üzerinde Değildir

Gerçekten de sosyal medyaya bakarsak herkes en iyi, en devrimci, en çağdaş, en dindar, en vicdanlı, en merhametli, en hayvansever, en hümanist, en doğru… Yani herkes olumlu en’leri kendisine, olumsuz en’leri ise diğerlerine bağışlıyor. Ancak bu bir rol olmaktan çıkmıyor.

Bir noktaya gelince insan her şeyden bıkıyor. Tekrar tekrar dinleyip çok sevdiği şiirlerden, şarkılardan, her şeyden… Aşktan bile… Her şey anlamsız geliyor o noktada insana. Ve anlıyor ki hiçbir şey yukarı konulmamalı. Kutsanmamalı… İdolleştirilmemeli. Hiçbir şey ve hiç kimse buna değmez. Ne aşk, ne şiir, ne ideoloji, ne sanat, ne de bir insan… Hiçbir şey hayatın üzerinde değil. Bunu anladığımızda ne yazık ki çoğunlukla hayatımızın büyük bölümünü yaşamış oluyoruz ve bazen de geç oluyor. Ama hiç anlamadan ölenler de var bu gerçeği. Çoğunluk böyle hatta.

Milyon kere tekrar edilen sözler, şiirler, şarkılar… o kadar anlamsız geliyor ki insana o an. Her şey hayatın, ölümün ve insanin altında. Sanat da, edebiyat da, politika da… Aşk da… Çünkü her şeyin bir sonu var. Zaten hayat bunun için güzel, her şeye rağmen. En güzeli hiçbir şeyi kutsamadan, kendinden yukarı koymadan yaşamak…

Doyumsuzluktan değil bu durum, tam tersine fazla doyumdan…

Düşünceye sınır koymam, düşünce olarak gidebileceğim yerin en ucuna gitmeye çalışırım. Ulaşacağınız yer hiçbir zaman bir sınır olmayacaktır, çünkü bir sınır yoktur. Sınırları biz kendimiz yaratırız. Ya da devlet ve sistem çizer bizim sınırlarımızı. Onların boş bıraktığı sınırları da toplum doldurur. Böylece sınırlanmış bir hayatı yaşarız. Hep başkalarının hayatını yaşarız, üzerimize bol gelen elbiseler gibidir küçük hayatçıklarımız.

Ama insanların çoğu sınır tanımayan düşünceleri sevmez ve onları gerçekçi bulmazlar bu yüzden. Çünkü olabildiğince kısıtlanmış ve sınırlanmışlardır.

***

Hep hayatın kısa olduğundan söz ederiz, şikâyet gibi. Ama bazen çok uzun gelir bize hayat. Özellikle de zor bir hayatınız varsa. Sokakta yaşayan bir insanı tanımıştım yıllar önce. Daha doğrusu onu sokakta yaşamaya başlamadan önce tanıyordum. Kızılay’da dolaşır eski tanıdıklarından bir bira parası dilenirdi. Ara sıra karşılaşırdık. Bir gün ona nasıl olduğunu sorduğumda bana şöyle demişti: “Bu kötü film bir an önce bitse de kurtulsam. Hayat çok uzun…”

Bukowski’nin dediği gibiydi sanki: “Bazen bir filmin içine hapsedilmişiz gibi geliyor bana. Ve film kötü.”

Bazı insanlara göre hayat çok uzundur, diğerlerine göre ise çok kısa. Sonuç nasıl bir hayat yaşadığınıza bağlıdır.

***

İnternette rastladığım bir paylaşımda şöyle yazıyordu: “ Ah şu kaliteli insan rolleriniz yok mu? Bitiyorum.”

Gerçekten de sosyal medyaya bakarsak herkes en iyi, en devrimci, en çağdaş, en dindar, en vicdanlı, en merhametli, en hayvansever, en hümanist, en doğru… Yani herkes olumlu en’leri kendisine, olumsuz en’leri ise diğerlerine bağışlıyor. Ancak bu bir rol olmaktan çıkmıyor. Çünkü gerçek dünya farklı. Sosyal medyada göründüğümüzün yüzde 25’ini gerçek dünyada olsak, neredeyse mükemmel bir insan oluruz. Şu fotoğrafa benziyoruz: Kedi aynaya bakıyor ve kendisini aslan olarak görüyor.

Hayatın zorluklarını görmek istiyorsak, sosyal medyadaki arkadaşlarımızın paylaşımlarına değil, hayatın arka sokaklarına bakmamız gerekir. Gerçeği de sosyal medyada değil, hayatın içinde arayalım. Yoksa hayatımız tamamen yanlar ve manipülasyonlar üzerinde yükselmekten başka bir anlam ifade etmeyecektir.

Erol Anar

26 Ağustos 2018

Paraná

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!