Uruguay Günlüğü III: Yağmurlu bir günde tarihi sokaklarda yürümek

Uruguay Günlüğü III: Yağmurlu bir günde tarihi sokaklarda yürümek

Colonia del Sacramento

O gün öyle amaçsızca kentte dolaşıyorum. Plaza Independencia’ya (Bağımsızlık Meydanı) doğru yürüyorum.  Burası kentin başlıca caddelerinden birisi . Burada yükselen bir bina eskiden Latin Amerika’nın en yüksek binasıymış. Ulusal Tarih Müzesi’ne gidiyorum. Bu arada kentte dolaşırken, kara elbise ve bayraklı yaklaşık elli kişilik anarşist bir grubun yürüyüşüne denk geliyorum.

Bazen böyle plansız programsız tanımadığım sokaklarda yürümek bana inanılmaz bir yaşama coşkusu verir.

Ertesi gün kent turuna katılıyorum. Bir minibüs ile Venezuela, Brezilya ve Arjantinli turistlerle birlikte kentin turistik noktalarını ziyaret ediyoruz. Yirmili yaşlarda bir rehber kız İspanyolca bilgiler veriyor. Limana gidiyoruz tekrar. Buradaki restoranda ünlü. Ayrıca, taze deniz ürünlerinin satıldığı liman marketi de turistik yerlerden birisi. Tarihi tiyatro ve Parlamento’dan sonra olimpik futbol stadını ziyaret ediyoruz. Bu arada rehber kız, 1950’deki o ünlü Uruguay-Brezilya dünya kupası finaline vurgu yaparak,

“Biz kazandık.” diyor gururla.

Montevideo, yaşam kalitesi ve güvenlik açısından dünyanın en güvenli otuz kentinden birisi olarak seçilmiş. Zaten Uruguaylılarla konuştuğunuzda, hemen ülkelerinin ne kadar güvenli olduğundan söz ediyorlar. Haklılar da, ama Uruguay çok küçük bir ülke. O yüzden çevresindeki diğer ülkelere göre daha güvenli. Bu kent aynı zamanda bir kongre merkezi. Kaldığım otelde de o sıralarda Latin Amerikalı biyologların kongresi vardı. Kongre turizmi, ülkeye önemli ölçüde gelir getiriyor.

Birkaç gün sonra, ülkenin diğer ucuna, tarihi Colônia do Sacramento kentine gidiyorum. Otobüsle beş saatlik bir yolculuktan sonra kente ulaşıyorum.

Kente ulaştığımda yağmur çiseliyor, hava da kapalı. Bir minibüsle kent turu yaptıktan sonra, tarihi eski kent merkezine gidiyorum. Bır büyük kilise, koloni evi, müzeler ve restoranlar bulunuyor bu alanda. Portekiz ve İspanyol muzeleri de bu merkezde. Birkaç müze gezdikten sonra biraz bu alanda dolaşıyorum. Buraya, bir yokuşu tırmanarak ulaşılıyor. Ve aşağıya doğru yürüdüğünüzde birden karşınıza deniz çıkıyor.

Yağmur tekrar başlayınca oradaki restoranlardan birisine giriyorum, öğle yemeği vakti de geldi. Bu restoranda canlı müzik var. Burada orta yaşlı bir gitarist flamenko tarzında şarkılar söylüyor. Şarkıyı her bitirdiğinde, yan masada yalnız oturan genç kıza bakıyor. Kızın üzerindeki etkisini görmek istiyor. Kız ise bu ilginin farkında ve şarkıcı, ona baktığında başını diğer yana çeviriyor. Restoran sahibi Arjantinli bir kadın, eşi ise Uruguaylı imiş. Onlarla biraz sohbet ediyorum. Bana burada iş yapan çok sayıda Arjantinli olduğunu söylüyor.

Deniz kıyısına iniyorum. Buradan bakınca çıplak gözle Buenos Aires’i görmek mümkün.

“Büyük kent özlemi içinde olduğumuzda, vapura binip oraya gidiyoruz.” demişti bir Uruguaylı bana, eliyle uzaklardaki kenti işaret ederek. Bu, yaklaşık üç saatlik bir vapur yolculuğu anlamına geliyor.

Uruguaylılar, Brezilyalılar ile birlikte en yüksek gelir vergisi ödeyen Latin Amerika halklarından. Ekonomi daha çok tarım ürünleri ve et ihracatı üzerine kurulu.

Dönüş için havaalanına geldiğimde, ülkeden çıkmak için yaklaşık otuz dolar ödemem gerektiği soyleniyor. Şaşırıyorum, ilk kez Türkiye dışında bir ülkeden çıkmak için para ödüyorum. Ayrıca bu da yetmiyor. Diş fırçamı plastik bir torbanın içinde muhafaza etmek ve bunu onlara kanıtlamak zorundayım. Sizin kendi plastik poşetiniz uygun değil, onlarinkini satın almanız gerekiyor. Uruguay devleti, boylece turistlerden ek gelir elde etme yollarını keşfetmiş.

Tekrar Brezilya’ya dönerken, uçaktan uçsuz bucaksız yeşil vadilere bakıyorum. Küçük ve güzel bir ülke burası. Kimbilir, belki bir gün tekrar dönerim.

Bitti.

Erol Anar

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!