Yine tüm zamanların en őnemli ressamları arasında Leonardo da Vinci’den sonra ikinci sıradadır Van Gogh. Bu listede ayrıca, Rembrandt, Michelangelo, Monet, Picasso, Raphael, Renoir, Cezanne, Vermeer gibi büyük sanatçılar da vardır. Van Gogh, ressamlardan őzellikle Millet’den etkilenmişti.
Yıllar őnce Amsterdam’da Van Gogh Müzesi’ni gezdiğimde, onun resimleriyle, resimlerinin rőprodüksiyonları arasında ne kadar büyük fark olduğunu gőzlemlemiştim. Orjinal resimlerindeki fırça vuruşları ve renkler olağanüstü canlıdır. Kendine őzgü renkleri vardır, daha doğrusu kendi renklerini kendi yaratır. Fırçası oval izler bırakır tuvalin üzerine, tıpkı yaşam gibi inişli çıkışlı.
O arketip bir sanatçı olarak nitelenir. 1853’de Hollanda’da doğan sanatçı, burada büyüdü.
Sanat tarihinin en őnemli 10 resmi arasında onun iki yapıtı vardır: Starry Night (Yıldızlı Geceler) ve Self-Portrait Without Beard (Sakalsız Kendi Portresi).[1]
Yine tüm zamanların en őnemli ressamları arasında Leonardo da Vinci’den sonra ikinci sıradadır Van Gogh. Bu listede ayrıca, Rembrandt, Michelangelo, Monet, Picasso, Raphael, Renoir, Cezanne, Vermeer gibi büyük sanatçılar da vardır.[2] Van Gogh, ressamlardan őzellikle Millet’den etkilenmişti.
Elimde 2013’de Londra’da ve 2014’de ise Portekizce olarak Brezilya’da yayınlanan “Historía ilustrada da Arte (Resimli Sanat Tarihi)” adlı ansiklopedi var. Bu kitabın post-empresyonizm bőlümünde Van Gogh’a yer verilmiş ve onun 1889 yılında yaptığı “Self Portrait with Bandaged Ear (Sarılı Kulakla Kendi Portresi)” adlı yapıtı post-empresyonizmin başyapıtı (masterpiece) olarak değerlendiriliyor.
1889’da şőyle demişti: “Çılgın olan ressam sayısı korkunç derecede. Yaşam bizi, en azını sőyleyecek olursak bőyle dalgın yapıyor.”[3]
“Çalışmanın bir ődev olduğu düşüncesi ile meşgulüm ve çalışmak için bütün yetilerimin kısa zamanda yerine geleceğine inanıyorum. Ne var ki çalışmam beni őylesine kapsıyor ki sanki her zaman beceriksiz, hantal kalacağımı ve kalan hayatımı bir düzene koyamayacağımı sanıyorum.”[4]
Vincent, kardeşi Theo’ya 15 Mayıs 1889’da Saint-Remy’den yazdığı bu mektupta haklıydı, yaşamını hiçbir zaman düzene koyamamıştı, ta ki őlene dek.
Van Gogh’un yaşamını konu alan “Vida e Obra de Um Gênio (Vincent & Theo) – 1990 (Bir Dahinin Yaşamı ve Çalışmaları (1990)” adlı filmi izledim. Robert Altman tarafından yőnetilen film, sanatçının yaşamını gerçekçi bir bakış açısıyla ele almış. Çekimleri, Fransa, Hollanda ve Belçika’da gerçekleştirilen filmi, sanatçının yaşamı hakkında detaylı bilgi edinmek isteyenlere őneriyorum.
Sanat tarihinden, yaşadıkları çağda çığır açan birçok sanatçı gelip geçmiştir. Ama sanatçıların etkisi yalnızca yarattıkları yapıtlar ile değil, yaşadıkları yaşam ile birlikte de değerlendirilir bazen. Bunun en önemli örneği Hollandalı ressam Vincent Van Gogh’dur. Bence o tüm zamanların en büyük ressamı, belki de sanatçısıdır. Yalnızca olağanüstü, kendisine özgün yapıtlarıyla değil, yaşadığı trajedinin büyüklüğüyle de öyledir.
Daha sonraları gittiği Paris’te birçok sanatçı ile tanıştı, Gauguin, Bernard, and Toulouse-Lautrec gibi.
Onun yapıtlarının röprödüksiyonlarına her yerde rastlamak olasıdır, Anadolu’da küçük bir mobilya mağazasında ya da Meksika’da küçük bir şehirdeki kafeteryada bunlara rastlayabiliriz. Belki de o günümüzde yapıtları en çok yayılmış ve insanlara ulaşmış bir ressamdır.
Trajik bir şiirdir onun yaşamı
Ressamın yaşamı, yoksulluk ve problemler içinde geçen bir kâbus, bir tragedya olmuştur. Yaşadığı bu acımasız yaşam belki de onun öldükten yıllar sonra dikkat çekmesine, değerinin anlaşılmasına da bir ölçüde neden olmuştur. Çünkü bu büyük sanatçının renkleri de trajik, çarpıcı ve kendine özgüdür: özellikle mavi, sarı ve diğer renkler. Yaşam onu nasıl sert fırça vuruşlarıyla bunalttıysa, o da tuvale özgün fırça vuruşları yapar.
Şizofreni, Dostoyevski gibi sara hastalığı ve alkolizm sorunları vardır. Ayrıca bütün bunlar yetmezmiş gibi sefillik derecesinde yoksuldur. Yaşamı boyunca kardeşi Theo’nun yardımları ile yaşar, hatta boyalarını bile Paris’ten kardeşi gönderir. Sanatsal yeteneği, zamanın eleştirmenleri tarafından reddedilir. Onu, bir tek arkadaşı Paul Gauguin anlamıştır.
Belki trajik bir şiirdir onun yaşamı, kırılgan ve her satırından melankoli ve umutsuzluk dökülen bir şiir.
O bir yaşamı değil, bir cezayı, bir tutsaklığı yaşamıştır. Ama tüm bunlara rağmen, naif ruhundan taşan duygularını tuvale ustalıkla aktarmayı başarmıştır.
Tuvale şizofren vuruşlar
Şöyle der kardeşi Theo’ya yazdığı bir mektupta: “Yaşamda bir baltaya sap olamadım ve kafam da hem şimdi, hem daha önceden de soyut işliyor.Yani başkaları benim için ne yapsa, ben düşünüp de dengeye sokamıyorum yaşamımı.” (Theo’ya Mektuplar)
Van Gogh’un, Paul Gauguin ile arkadaşlık ilişkisi hep őzel olmuştur. Birbirlerini birer arkadaş olarak çok sevmelerine karşın, birlikte olduklarında tartışmaları ve kavga etmeleri kaçınılmaz oluyordu.
Van Gogh’un inatçı doğası ve Gauguin’in kibiri, onların birlikte yaşamalarını zorlaştırdı. Dokuz hafta sonra tutkulu bir argüman Van Gogh’un mental sağlığını bozdu ve Gauguin de Paris’e dőndü.
Son olarak Alman sanat tarihçilerinin Van Gogh’un kulağını kendisinin değil, Gauguin’in kılıçla kestiği yolunda bir iddiası var. Ancak bu önemli değildir, önemli olan kulağın kesilmiş olması ve bunun bir tabloda ölümsüzleştirilmesidir. İşte bu tragedya, Van Gogh’u olağanüstü yeteneğiyle birlikte dünyanın en popüler ressamı yapmıştır. Rivayete göre Van Gogh kesik kulağını, bir seks işçisine armağan eder. Bu haliyle belki de vermek istediği mesaj şudur: “Beni dinleyin, anlayın.” Onu yaşamında, birkaç insandan başkası ne yazık ki anlamamıştır.
Van Gogh, kendi sanat anlayışını şőyle açıklıyor: “Karşımda gőrdüğümü aynen çoğaltmaktansa, keyfime gőre, istediğim bir şekilde renkleri kullanıyor ve kendimi güçlü olarak ifade ediyorum.” [5]
Van Gogh’un düşü, bir dőnem yaşadığı Arles’de sanatçılar için bir koloni oluşturmaktı.
O renkleri ruhundan çıkarır ve tuvale şizofren vuruşlarla yansıtır. Boya kutusundan çıkan boya, tuvale aktarıldıktan sonra artık aynı boya değildir, o Van Gogh’a özgü bir renge dönüşmüştür. Duyguları içinden taşar ve tuvallerine bir ırmak gibi akar. Delilikle dahilik arasında, tutarsız davranışlar gösteren yalnız, melonkolik, uyumsuz ve umutsuz bir insandır o.
Van Gogh yaşamı boyunca tek bir resmini, – “The Red Vineyards ( Kırmızı Üzüm Bağları)” yaklaşık 400 frank karşılığı sattı. Bu resim, yine empresyonist bir ressam olan Anna Boch tarafından satın alındı. Ȍlümünden 100 yıl sonra, “Portrait of Dr. Gachet (Dr. Gachet’in Portresi)” adlı yapıtı, New York’taki bir açık artırmada 82.8 milyon dolara alıcı buldu.
“Van Gogh’un ‘Dr. Gachet’nin Portresi’ adlı yapıtı, “Yıldızlı Geceler” ya da ayçiçeği resimlerinden biri kadar ünlü olmayabilir ama 28 Temmuz 1890 tarihinde sanatçı intihar etmeden önce tamamlanan son büyük portre olan bu yapıt, modernizmin ikonik bir başyapıtıdır.”[6]
Ȍüm ile yaşam arasında bir yerde
Derinden kırık bir kalbi vardır, birkaçı hariç tutulursa ilgi duyduğu ve sevdiği kadınlar tarafından reddedilmiştir. Sevgi dolu bir ilişkiyi istediği gibi yaşayamamıştır. Kendi annesinden bile sevgi görmemiştir; annesi ile arasındaki ilişki mesafeli ve soğuktur.
Gerçekte onun yaşamı ölüm ile yaşam arasında bir yerde geçmiştir.
Belki de bu yüzden daha otuz yedi yaşındayken silahla kendisini göğsünden vurarak intihar etmiştir.
Van Gogh, resim sanatının Dostoyevski’sidir.
Dipnotlar
[1] http://10mosttoday.com/10-most-famous-paintings-in-the-world/
[2] http://www.biographyonline.net/artists/top-10-painters.html
[3] História Ilustrada da Arte, Editora Publifolha, 2014, 400 sayfa, São Paulo, s. 296-297.[4] The Letter from Vincent to Theo; Letter 591, St-Rémy, 15 May 1889. http://www.vggallery.com/letters/[5] “Vincent Van Gogh-Paul Gauguin”, National Gallery of Art, s.60.
http://www.nga.gov/
[6]’Portrait Of Dr. Gachet’: A Van Gogh Painting, Once Obscure, Now Unseen”, New York Times, Books of Times, / By Michiko Kakutani, April 28, 1998.