Ay, bulutların arasına girdiǧinde, gölgeni bir tül gibi toplayıp gittin Katya.
Beyaz bir gecede tanımıştım seni Katya. Uzak bir istasyonun yalnızlıǧıyla çoǧalan yolcusuydun. İstasyona en son tren ne zaman gelmişti, kimse bilmiyordu. Bir düzlüǧün ortasında çırılçıplak bir iskelet gibiydi istasyon, üzerine örtebileceǧi bir aǧaç bile yoktu.
***
Sonsuzluǧa kaçan bir uzamda, ay da gölgesizlikten yakınıyordu. Ay, çeyreǧe düşmüştü.
Ay, yalnızlıǧından küçüldükçe çatırdıyor, sen yalnızlıǧınla büyüdükçe bütünleşiyordun Katya.
Gölgen bir ucundan diǧerine kaplıyordu ıssız istasyonu. Aǧır aǧır adımlıyordun gölgeni bir ucundan diǧerine, yalnızlıǧını büyütüyordun.
Yalnızlık her zaman hüzün vermiyordu ve sen hiç de hüzünlü görünmüyordun.
***
Seni önce adından sonra sesinden tanıdım, yıllar önceydi. Sonrası malum, adını bile bilmediǧim o uzak istasyonda yitirdim.
Ay, bulutların arasına girdiǧinde, gölgeni bir tül gibi toplayıp gittin Katya.
Ay, bulutların arasından sessizce süzüldüǧünde büyümüş gibiydi ve sen çoktan o uzak istasyonu yüzyıllık yalnızlıǧına terk etmiştin.
Ay, büyüyordu ben de usulca seni izledim.
Ay büyümüştü ve sen soruları büyütüp çekip gitmiştin. Kucaǧımda bin yaşında sorular, sırtımda bir gezegen aǧırlıǧında yalnızlık ve heybemde aǧırlıǧınca hüzün kalakalmıştım orada.
Neden sonra çaresiz ve umutsuzca geceye yürüdüm.
Çok uzaklarda o istasyon çırılçıplak yalnızlıǧıyla gülümsüyor gibiydi…
Erol Anar
“Aşklar ve Kuşlar Azalırken”
Aral Yayınları, Ankara, 1997.