İçimizdeki Otoriter

İçimizdeki Otoriter

Sosyal medya aslında günümüzde çalışma yapılacak en önemli sosyolojik alanlardan birisidir. Sosyal medyada, özellikle de en yaygın sosyal medya ağı olan Facebook’da yalnızca kendi arkadaş listenizdeki insanların davranışlarına şöyle bir baksanız, gözlemleseniz bile toplumsal davranış biçimlerinin belirli bir kesitini doğru değerlendirme şansınız ortaya çıkar.

Bir yazar olduğum için Facebook arkadaş listemde her düşünceden insan var. Paylaşımlara ve ortaya konulan düşüncelere baktığımda, herkesin kendisi için önemli gördüğü bir soruna ya da sorunlara yoğunlaştığını ve bütün duyarlılığını o soruna yönelik ortaya koyduğuna görüyorum. Bu doğal ve normal bir durum.

Ancak normal olmayan bir durum var. İçimizdeki otoriter yaklaşımı açıǧa çıkardığımız paylaşımlar ve başkalarının paylaşımını eleştirdiğimiz, onlara müdahale ettiğimiz anlar. Birbirimizin paylaşımlarını beğenmiyor ve sanal ortamda arkadaşlarımızı yönlendirmeye çalışıyoruz. Örneğin bazı anlarda yemek, gezi vb… gibi özel alana ilişkin paylaşımlar bizi sinirlendirebiliyor ve eleştiriyoruz. Olabilir, eleştirilebilir. Ancak bunu yaparken gözlediğim kadarıyla, otoriter bir biçimde yapıyoruz.

Ben ise durumu farklı görüyorum. Kimsenin kendi sayfasında yaptığı herhangi bir paylaşımı eleştirmem. Herkes kendi sayfasında insanı ölçülerde her paylaşımı yapabilir. Birisiyle sanal ortamda arkadaş olup olmayacağım, ya da bu arkadaşlığı bir anda sona erdirip erdirmeyeceğim benim kişisel kararımdır, ama hiç kimsenin paylaşımlarını yargılamaya hakkım olmadığını düşünüyorum. İsteyen istediği soruna duyarlı olabilir ya da olmayabilir. Ben kendi açımdan önemli bir soruna herkesin ilgisini çekmek için paylaşımda bulunabilirim, ama bunu yaparken diğer insanları yargılamadan ve onların tercih ya da öncelik haklarına saygı duyarak yapmaya çalışıyorum.

İnternette ise gazete haberlerinin yanısıra, haberlerin altındaki yorumları da okuyorum. Troll olanlar belli oluyor. Onların dışındaki yorumlar toplum hakkında bir fikir veriyor bana. Genel olarak şöyle bir baktığınızda, buradan çıkacak basit sosyolojik sonuçlara ulaşmanız da mümkün.

Ayrıca insanların birbirlerine “ayar vermek istemeleri”, yönlendirmeye çalışmaları yönünde de çok davranış biçimleri izlenebiliyor. Örneğin salt paylaşımlarını beğenmedikleri için insanlar, birbirlerini arkadaş listelerinden çıkarabiliyorlar.  En azından başkalarının paylaşımlarını eleştiriyorlar, oysa herkes kendi sayfasından ve kendi hayatından sorumlu. Siz bir şeyi paylaşmak istemiyorsanız paylaşmazsınız, ama başkasının neyi paylaşacağına da karar vermek durumunda değilsiniz. Ayar vermek ise kimsenin haddine düşmez bence.

Facebook listemdeki bir arkadaşımın yaşadığı olaya tanıklık etmiştim. Arkadaşımın bir paylaşımını fazla “politik” ve kendi görüşlerine aykırı bulan onun bir arkadaşı kendisine tepki duymuş ve “Bunları niye paylaşıyorsun, bütün paylaştığın şeyler çok radikal.” demişti. Arkadaşım da bunun üzerine “Ayar mı veriyorsun?” demiş ve daha sonra bu kişiyi arkadaş listesinden sildiğini açıklamıştı.

Kibir, kendisinkininden başka her tür tür düşünceye saygısızlık, hatta düşmanlık, fanatizm, yeterince okuyup araştırmadığı için aslında kendi dünya görüşünü bile tam olarak açıklamakta yetersiz kalmak ve bu yüzden de küfür, hakaret ve aşağılama yöntemlerini kullanmak, içi boş agresif yorumlar yapmak, tehdit etmek… gibi davranış biçimlerine sık rastlanıyor.

Genel olarak durum böyle. Türkiye’deki durum daha keskin ve sert görünüyor. Özellikle politik alanda kutuplaşmanın keskinleştiği son yıllarda, farklı görüşü savunan insanların da özellikle birbirlerine tahammülsüzlüğü öne çıkıyor. Tabi bunda hükümetin kışkırtması ve devletin farklı görüşlere tahammülsüzlüğü ve farklı düşünceler üzerindeki baskı politikalarının da önemli bir yeri var.

***

Birkaç gün önce dünyalılar Facebook sayfasında paylaşılan bir yazıma şöyle bir okur yorumu yapılmıştı: “Bırakın bu anarşist zevzeklikleri, zırvaları. Marksist Leninist olun!”

Literatürde “Devlet Sosyalizmi” ya da “Otoriter Sosyalizm” denilen Marksizm dışında bir de “Liberter yani Özgürlükçü Sosyalizm” var. Ben işte kendimi orada konumlandırıyorum. Özgürlükçü Sosyalizm bana daha gerçekçi geliyor. Bu benim fikrim elbette, başka birisi istediği gibi düşünebilir. Ben kimsenin düşüncesini değiştirmek için yazmıyorum, kendi düşüncelerimi ortaya koyuyorum. Bu da benim en doğal hakkım.

İşte yazımda da  tam tarihsel olarak bu tavrı sorguluyordum. Neden herkes Marksist Leninist ya da başka bir şey olmak zorunda? Herkes benim gibi düşünmek zorunda mı? Diyelim ki ben liberter sosyalizmi tarihsel olarak daha gerçekçi buluyorum, neden zevzeklik, ya da zırva olarak niteleniyor benim görüşüm? Katılmak zorunda değilsiniz benim yazıma, ama hiç olmazsa nezaket kuralları içinde kibirli bir havayla tepeden böyle yorumlar yapmak yerine, kendi düşüncenizi eleştirel sınırlar içinde dile getirebilirsiniz. Ben buna memnun olurum. Çünkü herkesin düşüncesine saygı duruyorum, ama herkes düşünmek zorunda değilim, ben kendim gibi düşünüyorum.

Herkesin aynı düşündüğü bir dünyada yaşamak istemem ben. Herkes sosyalist, ya da Müslüman, Hristiyan ya da bir başka bir düşünce ve inançta olsa, toplumun tüm bireyleri yüzde yüz aynı düşünse ne olur? O noktada toplumun ve bireyin içi boşalır, anlamını yitirir. Farklı düşünceler olmalıdır. Yoksa Foucault’nun dediği noktaya ulaşırız: “Bir yerde herkes aynı düşünüyorsa, orada kimse yok demektir.”

Şimdi bu anlayış, bu yorumu yapan kişi, yarın iktidara geldiğinde, kendi düşüncesinden başka bir görüşe saygı duyacak mı? Kendisi gibi düşünmeyenleri, zindanlara, darağaçlarına yollamayacak mı? Bu anlayış, kendisi gibi düşünmeyenleri geçmişte olduğu gibi ortadan kaldırmayacak mı? Hani nerede ağzımızdan düşmeyen düşünce özgürlüğü? O zaman devleti eleştirmeye bile hakkımız yok, eğer iktidarı ele aldığımızda aynı şeyleri yapacaksak…

Böyle anlayışa sahip bir insan bırakın farklı düşünceleri olanları, kendisini gördüğü gibi Marksist Leninist olan diğer parti ve fraksiyonlardan insanları bile hapishanelere yollayacak ya da ortadan kaldıracaktır tarihte bol örnekleri olduğu gibi. Çünkü hangi düşünceden olursa olsun fanatik protipler, herkesin yüzde yüz kendileri gibi düşünmesini isterler. Farklı düşünceye tahammülleri yoktur. İktidarı ele aldıklarında böyle prototipler sosyalizmi değil, tam tersine faşizmi ve tek tipleştirmeyi yaratırlar.

Yani çoğunlukla her duruma yönelik farklı değerlendirmeleri olabiliyor insanın. Devleti eleştirirken “düşünce özgürlüğü” diye bağırılıyor, ama iktidarı ele alınca “düşünce özgürlüğü” diye bağıranlar ortadan kaldırılıyor. Ne yazık ki düşünceler ve davranışlar, içinde bulunulan duruma göre bukalemun gibi değişiyor.

***

Ne kadar özgürlükçü, devrimci ya da çağdaş düşünceli olduğumuzu düşünsek de içimizde bir otoriter var. İçimizdeki otoriter ile hesaplaşmadan onu açığa çıkarmadan hiçbir zaman özgürleşme yoluna giremeyeceğiz. İçimizdeki otoriteyi yenmek için yapacağımız ilk şey düşünce özgürlüğüne inanmaktan öte onu birebir yaşamımıza uygulamak, bu doğrultuda farklı düşüncelere saygı göstermek, farklı düşüncede olan insanlara hoşgörülü davranmak ve kendi düşüncelerimizi de insanları aşağılamadan, kibirsiz ve nezaket sınırları içerisinde dile getirmek.

Bir de ister sosyal medyada isterse gerçek hayatta olsun insanların tercihlerine saygı duymak, onları yargılamaktan kaçınmak ve onlara yönelik herhangi bir otorite uygulamaktan kaçınmak. İşte bunları yapabilirsek içimizdeki otoritere karşı bir zafer elde edip daha kendisiyle barışık, rahat ve her rüzgârda eğilmeyen sağlam bir kişiliǧe giden yola da adım atmış oluruz diye düşünüyorum.

Otoriteye karşı çıkmak için, önce kendi içimizdeki otoriter eǧilimi yok etmemiz gerekiyor.

Erol Anar

Mayıs 2017

Paraná-Brezilya

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!