Tartışmada Son Sözü Söyleyen Kazanır mı?

Tartışmada Son Sözü Söyleyen Kazanır mı?

Neden tartışmalarda son sözü söyleyen kişi olmak istiyoruz. Son sözü söylemezsek kendimizi rahatsız ve tartışmayı kaybetmiş mi hissediyoruz? Tartışmak, kazanmak ve kaybetmekten mi ibaret bizim için? Son sözü kendimiz söylemek için neredeyse sabaha kadar tartışıyoruz boştan yere. Son sözü söyleyen, tartışmanın galibi değildir. Aslında kimse tartışmanın galibi değildir, sağlıklı bir tartışmanın kazananı, kaybedeni olamaz.

Bazen insanlara kendi beğendiğimiz bir filmi, ya da kitabı öneririz. Ancak öneride bulunurken bunun yöntemi çok önemlidir. “Bu kitabı mutlaka okumalısınız.”, “bu filmi mutlaka izlemelisiniz.” gibi yaklaşımlar daha başından kaybetmiştir bence. Çünkü dünyada hiçbir kitap ya da film yoktur ki, kişi onu okumadığı ya da izlemediği için bir şey kaybetsin. Hiçbir kişi yoktur ki, o yaşamasaydı insanlık çok şey kaybederdi.  Hayat boşluk tanımaz, devam eder. Kişiler elbette okuyup beğendikleri film, ya da kitapları birbirlerine önerebilirler. Ancak”mutlaka” kelimesini eklediğimizde, insanların çoğu önerdiğimiz şeyleri gönüllü olarak yapmaktan  kaçınacaklardır. Çünkü insanlar zorunlu olmadıkça, bir şeyi emrivaki ya da zorunlu olarak yerine getirmeyi sevmezler, kaçınırlar, üstelik soğurlar önerilen şeyden.  Hiçbir kitabı okumamakla eksik kalmayız aslında. Ayrıca zevk ve tercihleriniz farklıdır.

Bir örnek vermek istiyorum. Bir zamanlar yaratıcı yazarlık kursuna giden bir okurum anlatmıştı. Bir vakıf bünyesinde yapılan yaratıcı yazarlık kursuna birkaç farklı öğretmen gelirmiş. Bunlardan birisi her derse girdiğinde hemen sınıfı sorguya çekermiş. Tek tek öğrencilere şöyle sorarmış: “Dino Buzzati’nin ‘Tatar Çölü’ adlı kitabını okudunuz mu?” Böyle tek tek sorduktan sonra en sonunda bu “Bu kitabı mutlaka ama mutlaka okumalısınız; insanlar ikiye ayrılırlar: ‘Tatar Çölü’nü okuyanlar ve okumayanlar olarak.” dermiş. Bunu bana anlatan kişi bu kitabı asla okumayacağını, sınıfta da birçok kişinin bu kitaptan daha görmeden, okumadan nefret ettiğini söylemişti.

(Dino Buzzati’nin ‘Tatar Çölü’ adlı kitabını okudum, ayrıca güzel kitaptır. Ama okumasam da eksikliğini duymaz, yaşayabilirdim)

Kendi beğenisini, genelleştirerek insanların çoğunluğuna mal etmek ve böylece beğenisini merkeze koymak, sık görülen davranış biçimlerindendir.

Burada örnekteki öğretmen kendi çok beğendiği bir kitabı tavsiye etmekten öte dayatırken, aslında insanları o kitaptan tümüyle uzaklaştırdığının farkında değil.

Bu dünyada hiçbir kitap yoktur ki, toplumu onu okuyanlar ve okumayanlar olarak ikiye ayırsın.

Hatta bir keresinde, bir okurum bana “Kate Chopin’i okudun mu?” diye sormuştu da ben “Hayır”,  deyince, “Sen ne biçim yazarsın, daha Kate Chopin okumamışsın?” demişti. Ben de ona sormuştum: “İsmail Kadere’yi okudun mu?” “Hayır” deyince, ben de bu kez “sen ne biçim okursun, İsmail Kadere’yi okumamışsın.” dememiş; dünyada milyonlarca kitap, dergi, yazılı metin, makale olduğunu, dolayısıyla herkesin kendi zevk ve ölçüleri doğrultusunda bunları seçebilme hakkı olduğu belirtmiş ve hiçbir yazar ya da kitap beğenimizi başkasına dayatamayacağımızı, kişileri bu nedenle yargılamaya hakkımız olmadığını söylemiştim. Hatta sonra bir de öykü yazmış ve bir kitabımda yayınlamıştım. Öykümün başlığı şuydu: “Kate Chopin Okumayacağım.”

Belki doğru bir davranış değil, bir okur böyle dedi diye bir yazarı okumamak, ama insan ister istemez soğuyor böyle bir davranış karşısında. Elbette okunabilir bir yazar, bu tür davranışlardan bağımsız olarak. Ama öykümde göstermek istediğim, insanların kendi algılarını, tercihlerini nasıl dünyanın merkezine koyarak başkalarını kolaylıkla yargılaması idi.

Kendi beğenilerimiz, zevklerimiz ve tercihlerimizi genelleştirip dünyanın merkezine koymadan başkalarına önerirsek, onları yargılamadan nazikçe bunu yaparsak aslında insanlar önerilerimize kulak verebilirler. Ancak başkalarını bizim beğenilerimizi tercih etmedikleri için yargılarsak, kendi küçük dünyamızda boğuluruz ve kimsenin sözlerine değer vermediği bir  kişi olarak çevremizde tanınabiliriz.

***

Sık sık yaptığımız diğer bir davranış biçimimiz ise tartışmalarımızı bir sinir savaşı, kendini kanıtlama alanı olarak yaşadığımız gerçeği. Kendi beğenilerimiz, düşüncelerimizi tartışırken de diğer insanlara dayatıyoruz. Onların düşüncelerine saygı duymak bir yana, dinlemiyoruz bile çoğu zaman. Sosyal medyadaki yorumlara bakarsanız, insanların farklı düşüncedeki insanlara hakaret, küfür aşağılama ve birçok olumsuz davranış biçimi gösterdiklerini görebiliriz.

Neden tartışmalarda son sözü söyleyen kişi olmak istiyoruz. Son sözü söylemezsek kendimizi rahatsız ve tartışmayı kaybetmiş mi hissediyoruz? Tartışmak, kazanmak ve kaybetmekten mi ibaret bizim için? Son sözü kendimiz söylemek için neredeyse sabaha kadar tartışıyoruz boştan yere. Son sözü söyleyen, tartışmanın galibi değildir. Aslında kimse tartışmanın galibi değildir, sağlıklı bir tartışmanın kazananı, kaybedeni olamaz. Bu üstünlük ve aşağılık kompleksinden mi kaynaklanıyor? Ama eğer bir iktidar, kazanan-kaybeden, hükmeden-hükmedilen ve sidik yarışı, savaşı olarak bakıyorsak hayata, tartışmada da bunun için son sözü söyleyen biz olmak istiyoruz.

Ben tartışmalarda insanlara son sözü bırakmayı öğrendim. Didişmiyorum kimseyle. kendi fikrimi ortaya koyuyorum. Diğer insanların fikirlerini de dinliyorum. Ama ille de son sözü ben söyleyeceğim yarışına girmiyorum. Bırakıyorum kişi, isterse “kazandığını” düşünsün. Böylesi çok daha rahat.

Erol Anar

Haziran 2017

Paraná-Brezilya

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!