Bu soruları sorma serüvenim doğal bir süreç sonunda başladı. Tıpkı içine taş atılan dibi kumla dolu bir suyun bulanıklaşması ve sonra yavaş yavaş berraklığına kavuşması gibi.
Yüreğimin sisli dağlarının eteklerindeki bulanık denize bir taş attım. Bulanıklığımın sislerini dağıtmak ve arınmak istiyordum.
Çağrım kendisini tanımak ve kendisiyle hesaplaşmak isteyen herkesedir. Her insan yaşamı tek başına okunmaya değer ve kendi özgünlüğünü içinde taşıyan büyük bir öyküdür.
Yaralı bir yürekten dőkülen aforizmalardır bunlar. Yüreğimin okyanusuna bir şişe içinde bıraktığım ve kendime sorulmuş büyük sorulardır.
Leo Buscaglia, insanların her birinin tüm insanlık tarihinin bir parçası olduğunu, ancak kendi tarihleri yazılsa bunların benzersiz bir tarihçeyi oluşturacağını belirterek, “Çünkü insanların her birinde ve yaşadıkları dünyada geçmişten çok gelecek vardır. Onların kişilikleri her an dünyayı oluşturur ve yeniden oluştururlar.” diyor.
Çabam tam da buna yőneliktir. Dünyayı yeniden oluşturmanın gerekliğine inandığım kadar, bunun őnce kendimizi yeniden oluşturmaktan geçtiğini de biliyorum. Bu kendimle tanışma isteğimin ve kendimi arayışımın güncesidir. Henüz kendimle tanışmış değilim, ancak sık sık bu isteği duyuyorum, binlerce kilometre içimden süzülüp geliyor bu istek. Kendimle ilgili bir takım ipuçlarını da yakalamış bulunuyorum.
Yüreğimi buğusu dağılmış bir aynada çırılçıplak gőrmek istiyorum. Ve bir hesaplaşma istiyorum: Dürüst, őnyargısız ve süreğen. Kendimle, toplumla ve sistemle hesaplasmak istiyorum.
Her yürek yaralıdır ve bu hiçbir zaman kapanmayan, iyileşmeyen bir yaradır. Çabam yaralarımın iyileşmesine yönelik değil, aksine taze tutulmasına dönüktür.
Hitap ettiğim kişi “sen”sin. Bu kitap da sana yazıldı. Ama “Sen” aynı zamanda “ben”im. Buscaglia’nın dediği gibi hepimiz havuza atılmış taşlarız ve dalgalarımız yolunda ne varsa kapsayarak yayılıyor.
Hayatımız muson yağmurlarıyla, içimizdeki çőlde umutsuz yürüyüşlerle, rüzgârda uzaklara savrulmalarla, fırtınalarla hızla geçip gidiyordu.
Kendimizin farkına vardığımız gün, kendimiz olmanın yollarını da gőrüyorduk. Yollar çıkıyordu karşımıza, kimbilir nerelere uzanan yollar… Bizi kendimize ve gerçeğe gőtüren yollar; binlerce, milyonlarca gizemli yol.
Oysa çoğu zaman kendimizin farkında olamıyor, kendimizi çıplak kendi gőzümüzle değil, başkalarının gőzüyle değerlendiriyorduk. Yani başkaları bize değer veriyorsa kendimizi değerli, değer vermiyorsa değersiz hissediyorduk. Fark ettiğim gerçek buydu işte: İnsan kendi değerini, őnce kendisi biçmeliydi. Başkalarının değer yargılarına gőre hareket edildiğinde, rüzgârda uçuşan yapraklar gibi oradan oraya savrulmak işten bile değildi.
Ayırtına zor da olsa varabildiğim en őnemli gerçek ise yalınlıktı. Hayatın gerçeklestirilmesi en güç şeyi işte buydu: kendi içinde derinliğe sahip bir yalınlık. Aslında hayat son derece yalındı, onu karmaşıklaştıran yalnızca bizlerdik. Daha doğrusu hırslarımız, tutkularımız, alışkanlıklarımız, arzularımız, kıskançlıklarımız, iki yüzlülüklerimiz ve daha birçok şey…
Sonra bir gerçeğin daha farkına varıyordum: Hayatın en őnemli eylemi arayıştı. Arayış, işte bu kelime insan hayatına büyük bir derinlik ve olağanüstü bir anlam kazandıran gizemi barındırıyordu içinde. İşte yalnızca bunu yapmamız gerekiyordu: Arayış arayış, arayış…
Yaşam, yaralı bir çığlıktır. Bu satırlar da yaralı bir yüreğin çığlığıdır. Aradığım bir cennet değil, insanlık tarihinde binlerce yıldır sorulmuş soruları büyütmek istiyorum: Yaşam nedir? Ben kimim ve neyi tanımlıyorum?
Bir insan nasıl İNSAN olur?
İçimdeki havuza bir taş attım. Bu bir arayıştı ve kendime yolculuğum o anda başladı. Halen dalgaların üzerindeyim ve gidiyorum kendi derinliklerime doğru. Kendimle karşılaşmak istiyorum.
Eksik bir güncedir bu, öyle olmak zorundadır da. Bunu ancak sen tamamlayabilirsin.
Unutma, yaralı bir yüreğin güncesidir bu. Ve unutma herkesin yüreği yaralıdır.
Erol Anar
*Erol Anar”ın baskısı tükenen “Yaralı Bir Yüreğin Güncesi” (Hera Yayıncılık, İkinci Basım, 2000) adlı kitabından.