Kırılgan bir unutuş değil benimkisi,
unutkan bir kırılış
Unuttukça hatırlanmıyor anılar,
hatırlandıkça unutuluyor
Ve artık neyi unuttuğunu unutacak kadar
unutuyorum seni
Sonra mektuplar geldi, mektuplar. Mektuplar aldım, hiç tanımadığım insanlardan, adını ilk kez duyduğum uzak kasabalardan. İçten bir dille yazılmışlardı, yalnızca aşktan ve hayal kırıklıklarından söz ediyorlardı. Kim bilir, insanların tek varlık noktaları, hayatlarının biricik anlamı aşkları ve hayal kırıklıklarıydı.
Oysa ben çoktan vazgeçmiştim. Aşktan değil elbette, yalnızca yitik bir ülkeye benzeyen senden. O kasabalar kadar uzaktın şimdi bana. Uzak kasabalar kanamıyordu, yalnızca sislerin ardına gizlenmiş tek tük ışıklar saçıyorlardı zaman zaman. Neden sonra bütün ışıklar sönüyordu: Aşk bitti!
Sonra bu kez ben yazıyordum hiç tanımadığım insanlara. Mektuplar yazıyordum sayfalarca, uzak kasabalara postalıyordum onları birer birer. Uzak kasabalara bölünmüş bir yürek yalnızlığı yaşıyordum.
Seni ben uzaklarda unuttum
Kendimi uzaklarda hatırladım
Belki şehirler arası bir otobüsteydin
Kim bilir belki şehirler arası bir otobüsdeydin, omzunu geceye yaslayarak düşlere dalmıştın…
Belki de kıtalar arası bir gemi yolculuğunda, boynuna sardığın yalnızlığınla güvertede, ay ışığının yarattığı yakamozları seyrederek ürperiyordun.
Belki bir kuzey ülkesinde okyanus kıyısındaydın; rüzgâra bıraktığın anılarını uçuruyor ve kendi içindeki okyanuslarda ferahlıyordun. Belki de hiçbir yerde yoktun, kendi içinde de kayıptın.
Sonrası ve öncesi olmayan, hiç yaşanmamış, ama kesinlikle yaşanmış olduğuna inandığım romanlar okuyor, siyah beyaz filmler izliyordum. Bir sinema salonunda film bitip herkes çıkıp gittiğinde, bomboş salona ve beyaz perdeye bakarak çocukluk düşlerime dalıyordum. Yalnızlık, insanların genellikle bir arada olduğu mekânlarda daha derinden hissediliyordu. İnsan bomboş bir salonda içsel bir yolculuğa çıkabiliyordu.
Sonra gece kuşları ötmez oluyordu. Artık Kasım bitiyordu, sen de…
Seni ben uzaklarda unuttum
Kendimi uzaklarda hatırladım
Bir ülkeden diğerine geçiyordum durmaksızın
Sonra trenlere biniyor ve bir ülkeden diğerine geçiyordum durmaksızın. Kompartımanlarda rastladığım yabancı yüzlere dalıyor, kaçamak bakışlar fırlatıyordum. Cam kenarına oturuyor, hiç konuşmadan gecenin karanlığına bürünmüş ovaları seçmeye çalışıyordum.
Gecenin bir yarısında gürültüyle istasyona giren trenlerden iniyor, kalabalığın arasına karışarak binbir ışığın büyülü renklere boyadığı kent merkezlerinde soluklanıyordum. Aşklar akıyordu yüreğimin köprülerinin altından; silik anılara dönüşmüş, sanki hiç yaşanmamış aşklar.
Sonra geçmişe ve geleceğe ilişkin olasılıkları düşünmekten vazgeçiyordum. Bütün olasılıkları yok ediyordum. Bir şeyin olma olasılığının fazla ya da az olmasının hiçbir önemi yoktu. Yüzde doksan dokuz ile yüzde bir’in gerçekleşme olasılığı eşitti. Yüzde bir gerçekleştiğinde, bir’in doksan dokuzdan daha büyük bir sayı olduğunu anlıyordunuz. Ȍyleyse gerçekte olasılık diye bir şey yoktu. Olmuş olan engellenemiyordu, olmayacak olanı ise hesaba katmanın hiçbir anlamı yoktu.
Seni ben uzaklarda unuttum
Kendimi uzaklarda hatırladım
Erol Anar
*Erol Anar”ın baskısı tükenen “Sonra Aşk Bitti” (Hera Yayıncılık, 2000) adlı kitabından