Her sürgün erken bir ölüdür. Sürgün acımasız avcıların elinden yaralı olarak kurtulmuș bir kanadı kırık kuștur. Vücudundaki yaralar kısa sürede iyileșir, bir tek yeri yüreği hariç. Sürgünün yüreği sonsuza kadar yaralı kalacaktır.
Sürgün, ayağının altındaki toprağa basmadan yürür. Ayakkabısı hep kokusunu tanıdığı toprağı arar. Bu yüzden bir sürgünü yürüyüșünden de tanıyabilirsiniz. Ayağının altındaki toprağa vücudunun bütün ağırlığıyla basmaz o; toprağa sanki dokunurmuș gibi yürür.
Edward Said, “Entelektüel” adlı yapıtında șöyle der: “En hüzünlü yazgılardan biridir sürgün. Modernlik öncesi dönemlerde sürgün iyice korkunç bir cezaydı; çünkü sadece aileden ve așina mekânlardan uzakta amaçsızca dolașmaktan öte bir șeydi, aynı zamanda kendini hiçbir zaman evinde hissetmeyen, etrafına hiç uyum sağlayamayan, geçmișe yatıștırılamaz bir acıyla, bugüne ve geleceğe ise buruklukla bakan biri, sürekli toplumdıșı olan biri olmak anlamına geliyordu.”
Lenin’den Nazım’a, Neruda’dan Ho Chi Minh’e birçok devrimci ve yazar ömürlerinin bir bölümünü sürgünde tüketmișlerdir. Nazım Hikmet en güzel șiirlerini belki de sürgünde yazmıștır. Nazım, Varna kıyısında İstanbul’dan gelen vapurları okșar, hasreti ellerini tutușturur. Yangın yüreğindedir ve gittikçe alevlenmektedir.
Sürgün, sonsuza kadar mutsuzluğun kıșında yașayan kișidir. Gerçek anlamıyla ağız dolusu kahkahalarını ancak memleketini, hâlâ sıcak anılarını ve eski dostlarını düșündüğünde atabilir.
Bir sürgündü o. Yeryüzünün en yalnız insanıydı. Yalnızdı, kederli ve yaralı. Bir bataklıkta yașıyordu sanki, hep acı ve hüzün üreten bir bataklık. Bedeni acıya duyarsızlasmıștı tepki vermiyordu. Tek bir yeri duyarlıydı: giderek büyüyen ve ıslak hüzünler tașıran yüreği. Derin bir acı denizinin çaresiz yüzücüsüydü. Bitimsiz bir hasretin kovalayıcısıydı.
O bir sürgündü.
Sürgün gideceği yere varamamıș, yolunu tamamlayamamıș bir yolcudur. Bavulu hep hazırdır onun, her an dönecekmiș gibi hisseder kendisini memleketine. Aklı bulunduğu yerde, ayağının dokunduğu toprakta değildir.
Her yere yabancıdır; olduğu yere ve geldiği yere de…
Hep uzakların yolcusu, hep dalgındır.
Sürgün, giderek büyüyen bir hüznün yorgun tașıyıcısıdır.
Erol Anar
“Kapılar Merdivenler Maskeler”
Aral Yayınları, 1996