Sevgi yoksunluğu, içinde yaşadığımız çağın en temel sorunudur. Kapitalizmin yarattığı bireyci insan tipi en değerli özellikleri gibi sevgiyi de tüketmiştir. Sevginin tükenişi, insanın da tükenişini ifade etmektedir, çünkü sevgisiz insan yakıtı bitmiş bir arabadan farksızdır. Her insanın içinde bir sevgi deposu vardır. Bu depo kimi zaman dolu, kimi zamansa boştur. Sevgi ortaya çıktıkça ya da verdikçe, depo dolmaktadır. Sevgi deposunun hacmi sonsuzdur.
Toplumsal yaşamda farkında olmaksızın sevgisizliği her geçen gün çoğaltıyor ve kişisel ilişkilerimizi de tüketiyoruz. Bir süre sonra ise, kendimizin de tükendiğini anladığımızda artık çok geç oluyor. Aynı ortak hedef etrafında mücadele yürüten, sevgi ile örülmüş özgür bir geleceği kurmaya çalışan insanların ilişkilerinde sevgi olgusu çok önemli bir yer tutmalıdır. Oysa çoğu zaman bu sürecin tersine işlediğini görüyoruz, bu tür ortamlarda da insanların çoğu birbirine sevgi duymuyor; bunu ortak hedef ekseninde zorunlu bir birliktelik olarak algıyor. Sevgiyi üretmeyen ve çoğaltmayan bir mücadelenin başarıya ulaşma şansı yoktur.
Sorunun odak noktası, kişinin kendisine sevgi duyup duymadığıdır. Kendisine güvenmeyen, kendisiyle barışık olmayan insan kendisini sevemez ve böyle bir insanın başkalarını da sevmesi olanaksızdır. Çevremize baktığımızda bu tür insanların sayısının ne kadar çok olduğunu tespit edebiliriz. İlişkilerinde sevgiden yola çıkmayan, diğer insanlara hoşgörü ile değil, yıkıcı bir şekilde yaklaşan insanların özgür bir dünya mücadelesine katacakları hiç bir şey olamaz.
Sorunun kökeni de toplumsal nedenlere dayanmaktadır. Yaşadığımız toplumda sevgiyi göstermek –dostça sarılmak, gülümsemek, sevgi dolu sözler söylemek- geleneği yoktur. Çoğu zaman sevgisini göstermek bir zayıflık belirtisi olarak algılanır. Asık suratlar, sert ve kırıcı sözler, çatık kaşlar ilişkilerde belirleyicidir. Bu da ne tür olursa olsun, dostluğa olanak tanımamakta ve zorunluluğun bir sonucu olarak hızla tükenmeye götürmektedir. Bir kişi sevgi deposunun dolu olduğunu, insanlara sevgi duyduğunu iddia edebilir. Ancak insanı yalnızca davranışlarından ölçebilirsiniz. Bir insanın iyi niyetli olması yeterli değildir. Ortaya konulmamış, ifade edilmemiş sevgi, gerçek sevgi değildir.
Doğadaki tüm canlıların can suyu sevgidir. Çiçekler sevgiyle açar, ağaçlar sevgiyle yeşerir, hayvanlar sevgiyle büyür. Hayvanlar sevgisini ifade ederler, örneğin sizi seven bir köpek sevgisini kuyruğunu sallayarak, bir kedi ise ellerinizi yalayarak gösterir. Peki insan neden sevgisini ifade etmekte bu derece zorlanmaktadır? Bu sorunun yanıtı insanın içinde yaşadığı toplumsal koşullarla doğrudan bağlantılıdır. İnsanlar aldıkları toplumsal roller ve içinde yaşadıkları koşullardan kaynaklı gelenek ve tabulara genellikle teslim olmaktadır. Ayrıca çocukluk dönemi, aile ve çevrenin de insan davranışlarının biçimlenmesinde çok büyük etkisi vardır. Bu nedenle teorik olarak kolay görünse de, bu davranış biçimlerini değiştirmek ve yaşama geçirmek oldukça zordur.
İnsanlar genellikle sevginin sürekli beslenmesi gereken dinamik bir süreç olduğunu unutuyor ve dostluklarını korumak bir yana onları bir an önce tüketmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Oysa bozulan her dostluk, insan yanımızdan kopmuş bir parçadır.
“Sevmek, eylemlerden oluşan bir çorba değildir, bütünselleşmiş bir kişilikten doğar.” der La Folette. İnsanları başka kişilerle ilişki kurmaya iten nedenlerin en önemlilerinden birisi sevgi gereksinmesidir. Kişi, sevgi gereksinmesini kurduğu kişisel ilişkileriyle tatmin etmeye çalışır. İnsanlar başkalarını sevmek ve başkaları tarafından sevilmeye, böylece yaşamlarını anlamlı kılmaya, güzelleştirmeye, mutlu olmaya çalışırlar. Bu anlamda kişisel ilişkiler, insanın mutluluğunun belirleyici etkenlerindendir. Sevgiden yoksun bir yaşam, anlamını yitirmiş bir yaşamdır. Kişisel ilişki kurmak sanıldığı kadar zor olmamasına karşın, ilişkiyi geliştirmek ve sürdürmek oldukça güçtür. Eğer bir ilişki sevgi üzerinde yükselmiyor, sağlıklı iletişim, dayanışma, dürüstlük, fedakârlık ve güven ile beslenmiyorsa, böyle bir ilişki insanı mutsuzluğa götürecektir.
“Kişisel ilişkiler belki değerlidir, ama çoğumuzun sandığı nedenlerden ötürü ya da çoğumuzun sandığı biçimde değil. Örneğin ben kişisel ilişkilerin, kendimizi iyi hissetmemizi sağladığı için değil, bizi daha iyi birer insan haline getirdiği için değerli olduklarını düşünüyorum. Eğer bu böyleyse, kendini iyi hissetmek için ilişkiye girenler büyük olasılıkla samimiyetin getireceği en iyi olanaklardan mahrum kalacaklardır.” [1]
Karşımızdaki insana gerçekten güven duyuyor muyuz? Karşımızdaki kişiyi suçlamadan önce, kendimizi onun yerine de koyarak, empati yaparak düşünebiliyor muyuz? Bu ve benzeri sorular ilişkiler süreci boyunca sormamız gerekenlerden bazılarıdır. Güven, sevgiyi çoğaltan ilişkilerin içindeki ihaneti yok eden en önemli unsurlardandır. Çünkü, her an ihanet beklentisi içinde olan ilişkiler, bireysel çıkarlar üzerine kurulu güvensiz ilişkilerdir. Güven ve dürüstlük temeli üzerinde oluşan ilişkilerde, sevgi de giderek boyutlanır.
“Örneğin, belli bazı kişilik özellikleri sevilenin mutluluğunu desteklemeye özellikle yatkındır: Dengelilik, nezaket, iyi tabiat, duyarlılık vb…, Diğerleri ise zarar vericidir: Sinirlilik, egoizm, depresyon vb… Dolayısıyla, birinci gruptaki özellikler sevmek için iyi birer nedendir; ikinci gruptakiler değildir. Ayrıca bu özelliklerin çoğunun belirgin ahlâki boyutları olduğunu belirtmemiz gerekir; Mutluluğa katkıda bulunanlar ahlâki özelliklerdir; mutluluğu azaltanlar genellikle ahlâk dışıdır.” [2]
Aşk, sevgiden farklı özellikler içerir. Aşkta kayıtsız şartsız bağlanma ve tutku vardır. Aşk, karşılıklı bir büyü ve elektriklenmeden doğar. Büyü sona erdiğinde, aşk da sonar erer ve genellikle de bu süreç çoğu zaman böyle işler.
Oysa sevgi, aşktan çok daha uzun sürecek bir süreci ifade eder. Sevgide, aşktaki gibi mantığa dayanmayan bir tutku ve kayıtsız şartsız bağlanma yoktur. Sevgideki bağlanma gönüllü bir bağlanmadır ve mantık süzgecinden geçilerek oluşur. Sevgi hassastır ve en küçük bir baskıda bir cam gibi kırılabilir. Sevgi karşılıklı çabalarla gelişir ve büyür bu anlamda sınırsızdır. Büyümeyen sevgi, giderek törpülenir ve yok olur.
Sevgi seçicidir. İnsanlar genellikle kişisel ilişki kuracakları insanları, bir süre gözledikten sonra ilişki kurma sürecini başlatırlar. Erich Fromm, sevmenin bir beceri değil, bir sanat olduğunu iddia eder. Sevmek bir sanattır ve öğrenilmesi gerekir. Sevgi davranışlarla ortaya koyulur ve davranışlar sevginin turnosal kağıdıdır. Sevdiğimiz insanlara sevgimizi davranışlarımızla ifade edemiyorsak, bu bizim kendi beceriksizliğimizdendir; öyleyse sevgiden yoksun olmamız, yalnızca koşulların bir sonucu olarak ortaya çıkmaz, bu durum bizim tercihimizin de bir sonucudur. Davranışlarımızı kontrol edebilecek iradeye sahip olduğumuz an sevgimizi de rahat ve özgürce ifade edebilecek davranışlar gösterme becerisine sahip olabileceğiz.
Sevgiyle kal…
Erol Anar
[1] La Folette, Hugh: “Kişisel İlişkiler/Sevgi Kimlik ve Ahlak, Ayrıntı Yayınları, Temmuz 1997, İstanbul, s.12-13.
[2] Age, s.128-129.
Not: Yazarın “Sen” (2003) adlı kitabından alınmıștır.