İnsan Davranıșlarını Anlamak

İnsan Davranıșlarını Anlamak


Hayatımız insan davranıșlarını anlamaya çalıșırken, önümüzden hızla geçip giden bir hızlı trene benziyor. Hep insan davranıșlarını anlamaya çalıșıyoruz, saatlerce günlerce yıllarca düșünüyoruz bunun üzerinde, ama çoğunlukla da bir sonuca ulașamıyoruz. Hep șașırıyoruz insanlara… Madalyonun diğer yüzünde ise, bașkalarını anlamaya, onların davranıșlarını yorumlamaya çalıșırken kendimizi unutmamız. Kendimizden uzaklașmamız ve kendi davranıșlarımızı analiz etmememiz. Bu durum da bir yabancılașmaya yol açıyor, hem çevremizdeki insanlara, hem de kendimize yabancılașıyoruz. İnsanlarla birlikteyken bile, keskin bir yalnızlığa ve izolasyona doğru kaçınılmaz bir biçimde ilerliyoruz.
Ne zaman insan davranıșlarını anlamakta çaresiz kalırsam, iște o zaman açarım La Fontaine masallarını [1] tekrar tekrar okurum.
Bu kısacık masallarda La Fontaine, çoğunlukla hayvanlardan, bazen de insanlardan yola çıkarak insan davranıșlarını analiz eder. İnsanın bitmek tükenmek bilmez hırsı, iktidar tutkusu, aç gözlülüğü ve daha birçok șey anlatılır bu kısa, ama çok derin mesajlar içeren masalcıklarda.
Değer yargılarımız değișiktir. Kimileri hayatın içinde maddi değerlerin peșinde koșar ölene dek. Kimileri ise, daha az sayıda olanlar, hayatın anlamını arama ve kendilerince bir yanıt bulma peșindedirler sürekli. Hayatın bir anlamı, aldığımız nefesin bir bedeli olmalıdır. Ancak çoğu insan anlam peșinde değildir, nefes alırlar, bu insanlar aldıkları nefesin da farkında değillerdir. Hep daha fazlasını isterler. Sonu yoktur isteklerin. Bir de bakarız ki, kısacık hayatımız gelip geçmiș, kaçınılmaz sonumuza yaklașmıșız. Pișmanlıklar, acılar ve bomboș geçen bir ömür. Aslında çoğu insan bunları dahi hissetmeden ölüp gidiverir; sahip olduğunu sandığı șeyler ise dünyada kalmıștır. Kuzey Amerikan Yerlileri’nin dediği gibi insan, bedeninden bașka hiçbir șeye sahip değildir oysa.
La Fontaine’in șu kısacık masalı, bu durumu bence çok iyi anlatır:
“Horoz Çelebi bir gün bir inci çıkarmıș çöplükten. Hemen kuyumcuya gitmiș: İyi bir șeye benziyor demiș. Gel al șunu da, bir mısır tanesi ver bana. Cahilin birine babası bir kitap bırakmıș ölürken. Eski bir el yazması. Hemen gitmiș kitapçıya: Bak demiș kapağı meședen, gel al șunu da, bir liracık olsun ver bana.” (s.56)
İște hayatımız çoğu zaman, o kapağını kaldırmadan ucuza sattığımız bir kitaptır. Belki de o kitaptan hayatın sırrını öğrenebilecekken, onu bir liraya satar geçeriz gözlerimiz kapalı.

***

Günlük politik gelișmeleri bile masallarda görebiliriz. Örneğin Türkiye’de son yașananları șundan daha iyi açıklayan bir yazı var mıdır?
“Bir yarasa dalmıș bir gün tepesi üstü bir gelinciğin yuvasına. Farelere diș bileyen gelincik yürümüș üstüne hemen haklamak için: Sen ha demiș, ne suratla gelirsin evime? Az mı kötülük etti senin soyun sopun benim milletime? Fare değil misin sen? Ben de gelincik değilim sen fare değilsen. Aman rica ederim demiș yarasacık. Farelerle ne ilișkim var benim? Ben fare ha? Kim çıkarmıș bu dedikoduyu? Benim yok o taraklarda bezim. Kușum ben, gözün kanatlarımı görmüyor mu? Yașasın göklerde uçan soyum! Bu sözlere aklı ermiș gelinciğin: Haydi uç git demiș yarasaya. İki gün sonra bizim șașkın bir bașka gelinciğin yuvasına düșmüș. Ama bu gelincik de kușlara düșmanmıș. Uzun burunlu bayan yarasayı kıtır kıtır yiyecekken kuș diye: Aman etme demiș yarasa. Kanatlarıma bakıp beni kuș sanma: Fareyim ben yașasın faregiller! Ve kușların canını alsın Jüpiter! Yarasa bu kurnazlığıyla bir kez daha kurtarmıș canını. Çoklarını gördük böyle tehlike karșısında bayrak değiștiren. Aklını yitirmeyen, adamına göre, Yașasın Kral der kimi zaman. Kimi zaman da: Yașasın krala kumpas kuran!” (s.70)
İște bunun için tarihe, masallara, mitolojiye bakan bugünü de anlayabilecek kapasiteye ulașır. Çünkü bugünün gelișmelerini dünün gelișmelerinden yola çıkarak anlayabiliriz. Bu ikisini birleștirdiğimizde ise geleceği anlamaya çalıșmamız, onun üzerine tahmin yürütmemiz kolaylașır.

***

Çoǧu zaman insanları gözūmūzde olduklarından daha fazla būyūtūr ve onlara dūrbūnūn būyūk gösteren tarafından bakarız. Sonra ise şu ya da bu nedenle, aynı insanlara, dūrbūnūn ters, yani uzak gösteren tarafından bakarız bu kez. Sonuçta o insanlara, ya onları gözūmūzde būyūterek ya da kūçūlterek bakmış oluruz. Bu da bizim ikili ilişkilerimizdeki yanılsama ve paradoksumuzdur. Oysa tek yapmamız gereken şey dūrbūnū bir yana bırakarak insanları oldukları gibi görmeye çalışmak, onlara ne hak ettiklerinden bir gram fazla ne de layık olduklarından bir gram az deǧer vermektir. Oysa insanların çoğu onlara verdiğimiz değeri, kendilerinin bizden üstün olduğuna yorar ve hemen üstünlük taslamaya bașlarlar. Oysa insanlara olduklarından fazla değer vermek de, en az onları așağılamak değersiz görmek kadar tehlikelidir ikili ilișkilerde. Kimseyi abartmamak, ama yerin dibine de batırmamak gerekiyor. Değerli dostum Lütfi Demirkapı hep șöyle der: “Bir insanın sırtını yere getirmeyeceksin. Sırtını yere getirdiğin insanı kazanamazsın.”
Çoğu zaman ikili ilișkilerimizde insanların en küçük hatasında onların sırtını yere getirmeye çalıșıyoruz. İșin kötüsü bunu yaptıktan sonra da sanki hiçbir șey olmamıș gibi ilișkimize devam etmek istiyoruz. Hem karșımızdaki insanı kazanmak istiyoruz, hem de onun sırtını yere getirmek. İkisi aynı anda olmuyor. Oysa ilișki daha o zaman, o kișinin sırtını yere getirdiğimizde bitmiștir. Hem yan yana durmaya çalıșıyoruz, hem de yanımızdaki insanın sırtını yere yapıștırmaya uğrașıyoruz. İște bu da bizim ikili ilișkilerimizdeki bașlıca çelișkilerimizden birisidir. Yolumuza devam etmemiz gerekiyor o ilișkiyi geçmiște bırakarak. Bazı ilișkilerden çok șey bekleriz sonunda elimizde kalan hayal kırıklığı ve pișmanlıklardır.
İște buna benzer durumları La Fontaine’nin șu öyküsü açıklıyor bence:
“Deveyi ilk gören insan bırakıp kaçmıș korkudan. İkinci gören yaklașmıș yanına. Üçüncü görense sokulmuș dilini çıkarmıș koca hayvana. Alıșkanlık böyledir her șeyin hakkından gelir. Nelerle yüzgöz olmușuzdur göre göre. Ne devler, ne devlerle. Deniz kıyısına gözcüler koymușlar, gemi görünce haber versinler diye. Uzakta bir karaltı görmüș adamlar: Hah demișler bir kadırga. Kadırga çektirme olmuș az sonra. Çektirme çatana olmuș, çatana mavuna, mavuna kayık. Sonunda ne kayık ne mayık. Gele gele bir sürü mertek gelmiș sahile. Dünyada neler gördüm  neler. Deveye, merteklere benzer. Uzaktan bir șey sanır insan. Oysa bir hiçtir yakından.”(s. 156)

***

Çoğu insan özgürlüğünden vazgeçer ve bir lokma uğruna onu satar. Sanki özgürlük diye bir șey yokmuș gibi, kendi halinde yiyip içip nefes alıp hayat serüvenini tamamlar. Özgürlük diye bir derdi yoktur. Belki de hiçbir zaman șu hayattaki en değerli șeyin özgürlük olduğunu anlamamıștır. Oysa özgürlüğü aramayan bir insan, boș yere yașamıș, boș yere yer ișgal etmiștir bu dünyada. Böyle bir insan, bin yıl yașasa da hayatın derinliklerinden süzülen duyguları anlayamaz. Bazı insanlar bir metre derinliğe uzanırlar, bazıları ise bin metre. İște özgürlüğü arayanların derinliği çok fazladır. Bunların sayısı az olsa da, satmazlar özgürlüğü bir lokmaya, bir avuç liraya. Hayat, karın doyurmaktan ve nefes almaktan bașka bir șey olsa gerektir.
İște La Fontaine’in așağıdaki öyküsünde bize özgürlüğün ne kadar değerli olduğunu anlatıyor:
“Atlar bize kul olmadan önce, bașıboș yașarlarmıș gönüllerince. İnsanoğlunun ot yediği zamanlarda. At eșek, katır matır fink atarmıș ormanlarda. Gem, yer, dizgin, kolan ne gezer o zaman. At gelmiș insanoğluna bașvurmuș: Sen kurnazsın demiș yardım et bana. İnsanoğlu binmiș atın sırtına. Ağzına gem diye bir șey koyup, almıș dizgini eline. Dönmek isteyince bașıboș, yurduna: Bırakmam demiș insan sende iș var! Gel, bir ahır yapayım sana, bol bol ye iç yat. Özgürlük olmadıktan sonra yemișsin içmișsin neye yarar? Ağzına gem vurulsun da bak kalır mı hiçbir șeyin tadı dünyada?”
Siz siz olun masalsız kalmayın! Her șey, hayatın gizi bile orada saklıdır. Hayatı bir masal gibi yașayan insan, onun gizini çözmeye ve anlamlandırmaya, içini doldurmaya da daha yakındır.

Erol Anar
[1] La Fontaine: “Bütün Masallar”, Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu, Cem Yayınevi, 1984, İstanbul.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!