İşte biz gerekliyse, gerekli olan, benlerin oluşturduğu bir bizdir. Benlerin yok edildiği değil. İşte orada insan diğeriyle eşit olduğunu görür ve diğerinin hakkına saygı duyar, diğeriyle birlikte özgürleşir.
Sen ne düşünürsen düşün, senin düşüncene karşıyım. Senin düşüncene karşı olmam, diğerinin düşüncesini onayladığım, onun yanında olduğum anlamına da gelmiyor. Herkese karşıyım daha önce de belirttiğim gibi. Herkese ve her şeye. Gerçek ve hakikate giden biricik yolun sadece bundan geçtiğini düşünüyorum. Çünkü kimseyle aynı düşünmek istemiyorum. Kendim gibi; doğal düşünmek istiyorum, kimseye uymadan, benzemeden. Dolayısıyla senin düşüncenin, inancının benden farklı olmasına üzülmem, aksine sevinirim. Tek koşulla ama, düşünceni fiziksel ya da psikolojik şiddet ile bana ya da başkasına dayatmaman koşuluyla.
Bu yüzden benim düşüncelerimi ifade etmem, başkalarını ikna etme amacı taşımaz. Yalnızca bir birey olarak kendi düşüncelerimi ortaya koymak, kendimi ifade etme anlamı taşır.
Yeryüzündeki bütün devletlere karşıyım. Retoriği ister sözde sosyalist, ya da kapitalist ne olursa olsun. (Sözde sosyalist, çünkü devlet ve sosyalizm kavramları asla yan yana gelemez. Çünkü devletin olduğu yerde eşitlik olamaz.)
Bütün kurumlara karşıyım, muhalif ya da değil. Çünkü herhangi bir kurumun olduğu yerde iktidar vardır, şef vardır ve de hiyerarşi. Ve statüko ve dayatma. Yani bütün kurumlar bizi kendimizden uzaklaşmaya ve başkası olmaya, kurmaca bir varlık olmaya iter, yönlendirir. Bu nedenle tüm kurumlar karşımdadır. Tıpkı atları haralara kapatır gibi, insanları da kurumlara kapatarak ehlileştirirler. İnsanın ilk özgürlüğü kurduğu bütün kurumları yıkıp, yeni bir özgür ve hiyerarşik olmayan örgütlenmeye gitmesiyle başlayacaktır.
“İnsanın ruhu zedelendikten sonra, bütün dünya onun olsa, ele geçirse, neye yarar?”[1] der Stirner.
Bunu da yapanlar, sistem, devletler ve bütün kurumlardır, muhalif olanlar da dahil. Makro ve mikro iktidarlardır. İnsanın kişiliğini zedeleyen, onun benliğini ele geçirmeye çalışan ve sonuçta onu şeyleştiren mekanizmalardır bunlar. İnsanın ruhunu ele geçirir ve onu başka bir şeye dönüştürürler, kendisi olmayan bir şeye. Yalnızca itaat isterler.
“Ben” demekten korkma!
“Ben” demekten korkuyorduk, bunun ayıp ve kullanılmaması gereken bir kelime olduğunu işlediler bilinçaltımıza. Hâlâ da öyledir. Kullanırken en çok çekindiğimiz kelime “ben”dir. Ben demekten korkmuyorum, biz demekten korkuyorum artık. Çünkü başkalarının adına konuşamam, kimse de benim adıma konuşamaz. Eğer birisi ya da bir kurum benim adıma konuşuyorsa ben ona ruhumu vermişim ve onun kölesiyim demektir bu.
Biz olmamız için çok yol katetmemiz lazım. Ben kalarak, biz olmak… İşte zor olan bu. Onun için benlik kaleleri alt üst edilip, benler yok edilip, biz oluşturuluyor. Aslında orada ‘biz’ de yok. Bir kütle var, varlığı ile yokluğu arasında hiç fark olmayan, özgünlüğü yok edilmiş bir kütle. Gerçek biz olmak için, her kişinin, her benliğin kendi özgünlüğünü koruması ve hiyerarşinin olmaması gerekir. Ve hiçbir dayatmanın olmadığı, insanların bağlanmadığı, istedikleri zaman özgürce ayrılabilecekleri, tehdit edilmeyecekleri gönüllü bir ortaklığın bulunması gerekir. Tek amacı insanların özgürlüğünü kısıtlamak, onlara itaat ettirmek değil, aksine onların özgürlüğüne saygı duyan bir biz. İşte biz gerekliyse, gerekli olan, benlerin oluşturduğu bir bizdir. Benlerin yok edildiği değil. İşte orada insan diğeriyle eşit olduğunu görür ve diğerinin hakkına saygı duyar, diğeriyle birlikte özgürleşir.
“Ben hiç kimsenin uşağı değilim.”
“Ben hiç kimsenin uşağı değilim.”[2] diyor Stirner. Kimse de benim uşağım değil. İşte bunu yakaladığında insanlık özgür topluma giden yolu da bulmuş olacak. Sen bana boyun eğdirmeye, düşünceni dayatmaya çalışma, ben de sana. Bırakalım birey özgür olsun ve bu özgürlüğüyle toplum ile birlikte yaşamanın yollarını arasın. Üzerinde hiçbir iktidar, dayatma ve yönlendirme olmadan.
Ne kimse üzerinde iktidar kurma arzum var, ne de kendi üzerimde en küçük bir iktidarı istiyorum.
“Ben Kendimim ve Ben de ne iyiyim ne de kötü … Her ikisinin de Benim için bir anlamı yoktur.”[3] der yine üstat Stirner.
İşte asıl sorun budur, herkes ve her şey bizden kendimiz olmamamızı, kendimiz dışında her şey olmamızı ister. Çünkü kendimiz olduğumuzda itaat etmeyiz, isyan ederiz, özgür olmak isteriz. İşte bunun her şey ve herkes bize baş eğdirmeye çalışır, kendi düşünce ve davranışlarını dayatırlar bize. İyilik ve kötülük nedir? Ben kendim olduktan sonra bu iki kavrama da ihtiyacım yoktur. Doğal ve kendimim, çünkü iyilik ve kötülüğün ötesine geçmişim demektir bu aynı zamanda.
Yarınlardan, şimdiye gelebilmek
Yıllarca anları karıştırdım diğerleri gibi ben de. Güzel olan her şeyin özgürlük gibi yarınlara ertelenmesini önemsemedim. Bir şeyi sorduğunuzda, bir sorunun nasıl çözüleceğini öğrenmek istediğinizde hep şöyle dediler: Yarınlarda… Oysa bu bir kaçıştı. Bugünden bağımsız bir yarın yoktu. Her şey şimdi ve buradan başlamalıydı.
İşte yıllar sonra bunu anladığımda en sona ertelenen şeyleri, en başa aldım ve onları hiçbir bahaneyle ertelememeye karar verdim. Özgürlük mü? Şimdi, burada başlamalı. Seninle ve içinde gönüllü olarak bulunduğun her kurumla. Adalet mi, o da şimdi burada başlamalı. Sen ve senin her şeyle olan ilişkinde. Örneğin üzerinde iktidar kurduğun insanlarla olan ilişkilerinde. İktidar mı? Şimdi ve burada yok edilmeli. Bizzat senin ikili ilişkilerindeki mikro iktidarlardan başlayarak. Yani zamanla olan ilişkimi “yarın”dan, “bugün”e, şimdiye çektim. Her şey bir anda değişti, böylece.
“Ahh! İnsanın üstünden silkip atmak, kurtulmak istediği şeyler o kadar çoktur ki!”[4]
Çok fazladır insanın kurtulması gereken şeyler, ilk başta da bir diğeri üzerinde iktidar kurma arzusu gelir bence. İşte bu her şeyin, bütün olumsuzların ana kaynaklarından birisidir. Çünkü özgürlüğü öldürür, hem hükmeden hem de hükmedilen köledir artık, asla özgür değillerdir. Bu köleliği devam ettiren iktidar ağ ve mekanizmaları, devletler, sistem, kurumlar (muhalifi de içinde olmak üzere) bunların hepsinden kurtulmalıdır insanlık. İşte o zaman gerçek ve hakikatin yoluna, onu özgürlüğe götürecek yola girmiş olacaktır.
Bana göre gerçeğin ve hakikatin yolu budur. Sana göre bu olmayabilir. O zaman sen de kendi hakikatini aramalısın.
Erol Anar
14 Ağustos 2020
Parána
[1] Stirner, age, sayfa 44.
[2] Max Stirner: Biricik ve Mülkiyeti, Kaos Yayınları , Sayfa 412.
https://www.kitapyurdu.com/kitap/biricik-ve-mulkiyeti/316236.html
[3] Stirner, age, sayfa 18.
[4] Stirner, age, sayfa 194.