Bilişsel Çelişki, sosyal psikolojide kişinin, başlangıçta iki ya da daha fazla tutarsız bilişe sahip olması, daha sonraysa kişinin alışılageldik, tipik olumlu- benlik-kavramına ters düşen bir harekette bulunması şeklinde tanımlanan, rahatsız edici bir dürtü ya da duygu olarak tanımlanıyor.
“Çelişkinin, insanların benlik-saygılarını tehdit ettiği zaman en güçlü ve en rahatsız edici durumda olduğu anlaşıldı. Bu rahatsızlığın nedeni de bizi olduğumuzu zannettiğimiz kişi ile eylemlerimiz arasındaki uyumsuzluk konusunda yüzleşmeye zorlamasıydı.”
Görünen imajımız, kimliğimiz ile davranışlarımız arasındaki çelişkiyi biliriz çoğu zaman. Ama bununla yüzleşmek, kendimizi sorgulamaktan da kaçınır, üzerini örtmeyi tercih ederiz. Bizim asıl korkumuz algılanan kimliğimiz ile davranışlarımız arasındaki çelişkinin çevremizde, toplumda açığa çıkarak bilinmesi, görülmesidir. İşte bizi en çok rahatsız eden olgulardan birisi de budur.
Bilişsel çelişki, bizi benlik algımıza ters düşen hareketimizle yüzleşmeye zorlar, ama bence bunun üstesinden geliriz çoğunlukla. Şöyle ki, tozları halının altına süpürür ve benlik evimiz sanki temizmiş gibi davranırız. Bilişsel çelişkiye sahip olunması, onun farkında olunması bile bir adımdır bence. Yüzleşmekten çok, çelişkimizin açığa çıkmasından kaçınmak için neler yapabileceğimizi düşünürüz.
“Çoğumuzun benlik-saygısı ona ya da üst düzeydedir. Ünlü yazar Garrison Keilor’m Wöbegon Golü romanındaki mitolojik kahramanlar gibi, biz de ortalamanın üzerinde insanlar olduğumuza inanırız…”
Kendimizi hiç de kimseden aşağıya görmeyiz. Bu eğer aşağılık kompleksinden ya da diğer sorunlu davranış biçimlerinden kaynaklanmıyorsa normal ve doğal bir davranıştır. Ama çoğunlukla bunun arkasında kompleksler yatar. Örneğin bir konuyu araştırmadan, öğrenmeden bile sanki biliyormuş gibi rol yapmayı seçer ya da o konuyu iyi bilenleri dahi küçümsemeye çalışırız. Sosyal medyadaki bazı haberlere yapılan yorumlarda bu tür kompleksli davranışlara yönelik birçok örnek bulabiliriz.
“Örneğin, bir milyon lise öğrencisi arasında yapılan bir tarama çalışmasına göre öğrencilerin yalnızca %2’si kendilerini liderlik yetenekleri konusunda ortalamanın altında görüyordu.”
Yani bu araştırma ortaya koyuyor ki, insanların çoğunluğu, hatta büyük çoğunluğu kendisini ortalamanın üzerinde görüyor. O kadar ki, neredeyse süper kahraman olduğumuzu ilan edeceğiz.
Son elli yıl içerisinde sosyal psikologlar insan davranışlarının en güçlü, belirleyicilerinden birinin istikrarlı, olumlu benlik-imgesini koruma gereksinimi olduğunu keşfetti.
Yine bilimsel olarak bu çelişkimizi nasıl azaltabileceğimiz şöyle ortaya konuluyor:
“• Davranışımızı çelişkili bilişle uyumlu hale gelecek şekilde değiştirmek.
- Çelişkili bilişlerden birini değiştirerek davranışımızı mazur göstermeye çalışmak.
- Yeni bilişler ekleyerek davranışımızı mazur göstermeye çalışmak.”
Burada birçok kez, çelişkili bilişlerden birisini değiştirerek ya da yeni bilişler ekleyerek davranışımızı mazur göstermeye çalışırız. Öncelikle kendimizi ikna eder, sonra davranışımızı diğerleri nezdinden mazur gösterme yollarını deneriz. Bu süreçte de kendimizi olduğu gibi başkalarını da çoğunlukla kandırırız.
“Çelişkiyi azaltma sürecindeki insanlar haklı oldukları konusunda kendilerini ikna etmekle o kadar meşguldür ki çok zaman kendilerini irrasyonel ve uyumsuz davranışlar içinde bulurlar… Bütün bu araştırmaların da gösterdiği gibi, insanlar bilgileri her zaman yansız bir şekilde işlemezler. Bazen bunları önceden oluşturduğumuz düşüncelere uyacak şekilde çarpıtırız. Büyük olasılıkla işte bu yüzden politika ya da din konusunda belirli bir görüşe sıkı sıkıya bağlı insanlar, bizim görüşümüzü (yani doğru görüşü!) ne kadar güçlü ve dengeli iddialara dayanırsa dayansın, hemen hiçbir zaman kabul edemezler.”
Bu rasyonelleştirme, içinde bulunduğumuz çevre ile doğrudan ilgilidir. Çünkü içinde bulunduğumuz çevredeki insanların çoğunun inançları, ideolojileri ve davranışları bize benzer. Örneğin sosyal medyadaki arkadaş çevremiz bile böyledir çoğunlukla. Bu nedenle dinsel inancımıza, inanışlarımıza, politik görüşümüze, ideolojimize ters gelen düşünceleri çarpıtır, görmezden gelir ya da bunu yapamıyorsak da reddederiz. Rasyonelleştirmiyorsak bu düşünceleri kesin bir biçimde dışlar ve onların yanlış olduğunu iddia ederiz. Hatta bu düşünceler bilimsel olarak ispatlansa dahi, onları dikkate almayız. Bir şekilde kendimizi buna ikna ederiz.
Hele sosyal medya çağında insanların egoları giderek büyüdü. Sosyal medyadaki gazete sitelerindeki okur yorumlarına bir bakarsak, okurun ne kadar kendisini olduğundan yukarıda gördüğüne, her şeyi yargıladığına, dışarı attığına, kibirli yorumlar yaptığına şahit oluruz. Elbette bütün okurları kastetmiyorum. Ama azımsanmayacak bir kesim böyledir. İnsanlar, sosyal medyanın kendilerine getirdiği doğrudan yorum yapma hakkını kullanırken, kendilerini çoğu zaman otorite yerine koyuyor ve her şeyi keskin bir üslupla yargılayıp dışarı atıyor, kendileri gibi düşünmeyenlere ise küfür dahil her türlü ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobi ve diğer birçok insanı olmayan şekilde davranıyorlar.
Özellikle politik görüşümüz ve dinsel inanışımız konusunda çoğu zaman katıyızdır. Görüşümüze, inancımıza aykırı hiçbir delili, deneyi kabul etmeyiz. Hatta bilimsel araştırmaların gösterdiği gibi, bu deneyler, kanıtlar aksine bizim dünya görüşümüze ya da dinsel inancımıza daha sıkı sıkı sarılmamız sonucuna yol açarlar.
Erol Anar