12 yaşındaki Shaun babasını, İngiltere’nin Falkland adası için, Arjantin ile yaptığı savaşta yitirmiştir. Bunun travmasını yaşamaktadır. Thatcher’lı yıllar. Her şeyin özelleştirildiği, insanların giderek yoksullaştırıldığı ve etkileri günümüze kadar gelen yıllar bunlar. Thatcher, “Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluğun” güneşinin hâlâ batmadığını göstermeye çalışıyordu Faulkland savaşıyla. Ama gerçek şuydu: O güneş çoktan batmıştı.
Bir paylaşım görmüştüm internette: Bir adam kahve içiyordu ve elindeki fincanın üzerinde “I still hate Thatcher (Ben hâlâ Thatcher’dan nefret ediyorum.)” yazıyordu. Aslında ırkçılığa yol açan da Thatcher gibilerin uyguladıkları ekonomik ve siyasal uygulamalardı. O dönemde bu politikalar sonucu zengin daha zengin, yoksul daha yoksul olmuştu. Ülkedeki işsizlerin sayısı ise 3.6 milyona çıkmıştı. Çünkü işsizliğe yol açmıştı bu politikalar ve en dipte yaşayan işsiz, geleceksiz gençlerin bir kısmı, kendi başlarına gelenlerden yanlış bir şekilde göçmenleri sorumlu tutuyor ve ırkçılığa kayıyorlardı.
İşte babasını anlamsız bir savaşta kaybeden Shaun bunun travmasını yaşamaktadır. Ve bu iç dünyasında farklı arayışlara yol açar. Bir gün bir gruba takılır. Bu grubun üyesi olur kısa süre içinde. Grup üyelerin yaşları kendisinden büyüktür. Serseri bir hayat sürmektedirler. Grubun liderinin bir arkadaşı ise hapisten yeni çıkmıştır. O, hapishanede ırkçı düşünceler ile tanışmış ve bunu örgütlenerek bir eyleme dönüştürmeyi hedeflemektedir. Grup böylece bölünür. 12 yaşındaki Shaun kandırılır ve ırkçılarla birlikte kalmaya başlar.
Ama ırkçılığın ne olduğunu tam olarak bilmemektedir. Bu ırkçılar, İngiltere’yi istila ettiklerini düşündükleri Afrika, Pakistan ve diğer ülkelerden gelen ötekilerden “kurtarmayı” arzulamaktadırlar. Bütün ırkçıların yaptıkları gibi, tek argümanları ise ötekilere düşmanlıktır.
Ancak Shaun kısa sürede ırkçılığiın nefret dolu, iğrenç gerçek yüzünü görecektir. Irkçılık üzerine yapılmış en iyi filmlerden birisi. Irkçılığın bir nefretten öte, toplumsal bir hastalık olduğunu ortaya koyuyor.
Filmden bazı sözler
“Beynimin yıkanmasına izin vermeyeceğim.”
Combo: “Ama sana sormam gereken bir sorum var: Kendini İngiliz mi, yoksa Jamaikalı olarak mı düşünüyorsun?”
“Kahretsin, Gadge. Daha fazla tatlı olamaz mısın, adamım?”
“Sen dört yaşındaki çocuğa benziyorsun, ama kırk yaşındaki gibi öpüşüyorsun!”
“Bir mini’ye kaç kişi sığabilir?”
Shaun: “Kaç tane olduğunu bilmiyorum.”
“Arkada üç, önde iki ve kül tablasında lanet olası baban.”
Shaun: “Seni lanet olası!”
Film hakkındaki bazı eleştiriler
“Küçük bir başyapıt.” Toni Garcia, Cinemanía (Spain).
“This is England muhteşem bir performans sunuyor.” Liz Braun, Jam Movies.
“This is England, kabaca sizi ensenizden tutarak Thatcherli 1980’lere götürüyor.” Michele Kenner, Milwaukee Journal Sentinel.
“Aynı anda hem komik, hem de ölümcül derecede ciddi olma eğilimi gösteren bir dramanın post-punk mücevheri.” Dennis Schwartz, Movie Reviews.
2006 yılında vizyona çıkan bu politik film, Shane Meadows tarafından yönetilmiş. Bu dramda, hikâye 1983 yılındaki genç dazlaklar üzerine odaklanıyor ve özetle ırkçıların “İngiltere İngilizlerindir!” yaklaşımında kendisini ifade ediyor. Bunun için de bir öteki düşmanlığına ihtiyaçları var. Zaten toplumun kıyısında yaşayan azınlıklar da bu işe yarıyor ırkçıların bakış açısına göre.
Filmde 12 yaşındaki Shaun’i oynayan Thomas Turgoose iyi bir iş çıkarmış ve rolünde başarılı. İzlemeye değer bir film diyorum.
Erol Anar