Bu Paranın Gözü Kör Olsun!

Bu Paranın Gözü Kör Olsun!

Havza – Samsun

Mahallemizin dörtyol girişi olan yanında, Şamillerin evinin tam karşısında, merdivenle çıkılan dükkânlar vardı. Bu dükkânlardan birisi de, Berber Hüseyin’in kuaförüydü. Çoǧu zaman buraya traş olmaya giderdik. Berber Hüseyin, bütün berberler gibi geveze idi. Traş süresince, politikadan, spora birçok konuda konuşur, sözü kimseye bırakmazdı.

Bir gün yine traş oluyordum. Ankara’dan gelmiştim bir gece önce. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde okuyordum. Biraz da gençliğin verdiği o cesaretle çok uzun olmayan bir keçi sakal bırakmıştım. O gün Emmo da berberde beni gördü:
“Erol ne o sakal?”dedi.
Ben elimi sakalıma götürerek,
“Ya öylesine bıraktım…” dedim.
Emmo,
“Erol kes o keçi sakalı, bize gelmez.” dedi.
O sırada Berber Hüseyin lafa daldı:
“Yok Emmo, sen yanlış anladın. Erol profesör olacak.” dedi.
Bense gülümseyerek dinliyordum. Ama birkaç gün sonra keçi sakalımı kestim, bir daha da keçi sakal bırakmadım.

Berber Hüseyin benim saç traşımı yaparken, traş sırasını bekleyen kişiye bir şeyler anlatıyordu. Berber Hüseyin, o gün sırasını bekleyen Alaattin adlı kişiye, o sıralar Samsunspor’un başkanı çok zengin bir kişi olan ‘Hasbi Aǧa’dan söz ediyordu:

“Aha bu paranın gözü kör olsun Elattin! Hasbi Aǧa yatmış hastaneye. Odada özel telefon, televizyon, doktorların biri girip diǧeri çıkıyor odadan sürekli. Hemşireler pervane olmuşlar, dört dönüyorlar Aǧa’nın çevresinde. Aha bu paranın gözü çıksın! Hepsi para yüzünden, paran varsa kralsın…”

Hüseyin o sıralar bir hastayı ziyaret etmek için de Samsun’da hastaneye gitmiş, orada gördüklerini anlatıyordu. Alaattin yerine de kendi şivesiyle “Elaattin” diyordu.

 ***

O zamanlar dörtyolda, birçok kahvehane vardı. Yetişkinlerin genelde kahvehaneye gitme alışkanlıǧı vardı, buralarda arkadaşlarıyla buluşur, kâǧıt oyunu, bazen de kumar oynarlardı. Bu kahvehanelerden birisi de bizim dükkânının karşı yan tarafına düşen ve garson olarak Pala’nın çalıştıǧı yerdi. Pala, tüm dörtyolda meşhurdu. Pala’nın bıyıkları aşaǧıya doǧru inerdi, uzun boylu ve keldi. Çok esprili bir insandı, sürekli güler ve binbir çeşit espriler yapardı. Bu esprilerin çoǧu ise, belden aşaǧı esprilerdi. Bu esprilerden birisini hatırlıyorum. Elektrikler kesildiǧinde, Pala hem müşterilere çay daǧıtır, bir yandan da dörtyola doğru var gücüyle baǧırırdı:

“S.kortalar atmış, s.k ortalar…”

Kelimeleri üzerine basarak, vurgulayarak söylerdi. 
Dörtyolda yine o zamanlar moda olan bir söz vardı. Birisi bir şeye kızdıǧında şöyle derdi:

“Ulan Nazım Saya ben senin gelmişini, geçmişini …”

Herkes Nazım Saya’ya küfreder, Nazım Saya hakkında binbir türlü hikâyeler anlatılırdı. Bu Nazım Saya ne yapmıştı, ne suç işlemişti de  dörtyolun tamamı adama küfrediyordu bilmiyorum. Nazım Saya’yı hatırlıyorum.
Kısa boylu, hafif kıvırcık saçları simsiyah boyanmış, Ayhan Işık bıyıklı bir
adamdı. Bizim dükkâna uǧrardı bazen. Ama yüzüne baktıǧımda her zaman bir sahtelik hissederdim bu adamın, neden olduǧunu bilmeden. Bazen biz de arkadaşlarla, bir şeye kızdıǧımızda ilk Nazım Saya’ya kaptırırdık:

“Ulan Nazım Saya ben senin gelmişini, geçmişini…”

 

Erol Anar

“Aşaǧı Mahalle” başlıklı henüz yayınlanmayan kitabımdan…

Copyright © 2019 erol anar. Bütün hakları saklıdır.

Not: Fotoğraf semboliktir.

 

 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!