Sana Mektuplar: Hiçbir şey Yoktur ki, Yokluğu Boşluk Yaratsın

Sana Mektuplar: Hiçbir şey Yoktur ki, Yokluğu Boşluk Yaratsın

Hayatımdan çoktan beri “mutlaka” kelimesini çıkardım. Çünkü bu kelime ağır ve hayatın gerçekliği ile bir bağı yok gerçekte. Sadece ağır bir yük koyuyor insanın sırtına ve gereksiz bir yük bu. “Mutlaka Okumanız Gereken 10 Kitap”, “Mutlaka Görmeniz Gereken 10 Yer”, “Mutlaka Tatmanız Gereken 15 Yemek” gibi başlıklara çok rastlamışsındır. Ben artık böyle başlıkları gördüğümde haberi, yazıyı hiç okumadan geçiyorum. “Mutlaka” kelimesinde bir zorlama, dayatma var.

Sevgili Uzaklar,

Dün gece şöyle bir rüya gördüm, çok gerçekti. Havza’daki evimize uzun bir süre sonra gidiyorum. Ve evin alt katına geldiğimde, aşağıda merdivenlerin orada, birden çocukluk dönemindeki köpeklerimizden biri olan Pars’ı görüyorum. Ama Pars kendi orijinal renginde değil de, daha farklı ve açık bir renkte uzun ve güzel tüyleri. Büyük, uzun tüylü çok güzel bir av köpeği idi Pars.

Pars üstüme atlıyor ellerimi yalıyor, sevinç gösterileri yapıyor, hatta beni yere yıkıyor kocaman patileriyle. Ben de çok seviniyorum onu gördüğüme ve bana diyor ki,

“Sen nerelerdeydin uzun yıllardır? Neden bu kadar zaman gelmedin, çok özledim seni…”

Evet konuşuyor köpek. Ama ben buna hiç şaşırmıyorum ve doğal bir şeymiş gibi karşılıyorum.

“Çok gelmek istedim, ama fırsat olmadı. Çok uzaklardaydım.” diyorum.

“İyi ki geldin,” diyor “seni çok özlemiştim.”

O an düşünüyorum ki dünyada hiçbir sevgi bir hayvanın sevgisi kadar saf, temiz ve samimi olamaz. Bunu düşünüyor, duygulanıyor ve derin bir sevgiyle Pars’ı kucaklıyorum. Sonradan fark ediyorum ki aslında kucakladığım kendi çocukluğumdan başka bir şey değil…

Bazen insanlardan çok hayvanları özlemek ne kadar garip aslında değil mi? Ama garip de değil gerçekte, çünkü onlar saflığın ve içi dışı bir olmanın simgeleridir. Neyseler onun gibi davranırlar, İnsan gibi kendi olmadığını yaşamak istemez, kendini doğal olarak yaşar hayvanlar.

***

Sevgili Uzaklar,

Daldan dala atlamaya devam edeceğim. Nedense aklıma birden trenler geldi. Bir zamanlar trenlerle çok seyahat ederdim Avrupa içlerinde, bir ülkeden diğerine gidip gelirdim söyleşilerim için: Özellikle de Almanya, Fransa, Hollanda ve İsviçre… Trenlerde genellikle boş bir kompartımanı tercih eder, orada öyle cam kenarında yapayalnız penceremin önünden sanki bir ışık hızıyla geçen ağaçlara, ovalara, evlere dalıp giderdim. Sanki bir düş içindeymiş gibi hissederdim kendimi öylesine hafif. Zaman zaman yabancı yüzler, kondüktörler ve belli belirsiz sesler bölerdi benim bu düşlerimi. Sonra tekrar düşlerime dalardım bir sigara yakıp. Belki de bir yanımla, hâlâ o trenlerde bir ülkeden diğerine gidip geliyorumdur, belki sonsuza kadar da o trenlerle yolculuk yapacağım.

Bir gün apansız senin olduğun kompartımana girerim belki sessizce. Sen uyuyorsundur, elinde yarısı okunmuş bir kitap, öylece dalmışsındır. Hiç uyandırmam seni. Öylece seyrederim uyanana dek. Kim bilir…

***

Konudan konuya atlıyorum ama şimdi aklıma geldi, başka bir konudan söz edeceğim sana sevgilim.

Hayatımdan çoktan beri “mutlaka” kelimesini çıkardım. Çünkü bu kelime ağır ve hayatın gerçekliği ile bir bağı yok gerçekte. Sadece ağır bir yük koyuyor insanın sırtına ve gereksiz bir yük bu. “Mutlaka Okumanız Gereken 10 Kitap”, “Mutlaka Görmeniz Gereken 10 Yer”, “Mutlaka Tatmanız Gereken 15 Yemek” gibi başlıklara çok rastlamışsındır. Ben artık böyle başlıkları gördüğümde haberi, yazıyı hiç okumadan geçiyorum. “Mutlaka” kelimesinde bir zorlama, dayatma var. Kime ve neye göre okunması gereken 10 kitap? Benim kitap, yer, yemek vs… tercihlerim sizden çok farklı olabilir. Görmek istediğim yerler de sizden tamamıyla farklıdır eminim. Bunların tümü görelidir ve kişiden kişiye değişir, kimse de bir diğerini tercihinden ötürü yargılayamaz.

Seninle de konuştuk mu bu konuyu, iyi hatırlamıyorum. Sen de dayatmayı ve kendine bir şey dayatılmasını hiç sevmez, nefret edersin bundan, biliyorum.

***

Sevgili Uzaklar,

Bugün okuduğum kitapta bir cümleye rastladım. Ve yakınlık hissettim. Bukowski de bir yazarı okuması ve sevmesi için onun ölmüş olması gerektiğini, yaşayan bir yazarın yazdıklarını sevmesinin zor olduğunu yazmıştı. Murakami de aşağıdaki alıntıda aynı şeyi söylüyor aşağı yukarı. Ben de hep böyle düşünmüşümdür. Yaşayan bir yazarı sevmem çok zor. Ama okurum yaşayan yazarların bazılarını. Ama sevmeye gelince, daha çok ölmüş yazarları daha çok sevdiğimi fark ettim hep. Bu yüzden Rus klasiklerini çok severim. Çünkü bu yazarların çoğu uzun yıllar önce ölmüştür, ama yazdıkları hiç değerinden bir şey kaybetmedi. Şarap gibi yaşlandıkça değerleniyor.

“Hayatım boyunca çok sayıda insanla tanıştım, karşılaştım ve dost oldum, ama hiçbiri asla onun gibi farklı değildi. Gerçi onun gibi bir okuma meraklısının tırnağı bile olamazdım, ama ilke olarak sadece en az otuz yıl önce ölmüş olan yazarları okuyordu. Bana söylediğine göre, sadece onlara güven duyuyormuş.” (Haruki Murakami: İmkânsızın Şarkısı, Epub, Doğan Kitap, sayfa 34.)

Sen de seviyorsun Rus klasiklerini iyi biliyorum bunu. Bazen konuşur, sohbet ederdik Rus klasikleri üzerine. Geçenlerde de belirttim: Dünyadaki tüm edebiyat ürünlerini toplasanız, tümü bir Rus edebiyatı eder mi acaba? Özellikle de roman sanatı anlamında. Bilmem. Ama Kuzey Amerikan edebiyatı da büyüktür, farklı da olsa. Ondan da çok etkilendim çocukluğumdan beri. Böyle düşünüyorum, elbette kişiye göre değişir, bu bana göre. Bu düşüncemi kimseye dayatmıyorum. Mutlaka da demiyorum, bir yanılma payı bırakıyorum sevgilim.

Şuna inanıyorum aslında, kendi tercihlerimizi dünyanın merkezine koyuyoruz ve çoğu ilişkimizde de tercihlerimizi dayatıyoruz. Hep kendimizin en doğruyu tercih ettiğini düşünerek… Böylelikle ilişkilerimiz de bir cam gibi zamanla çatlıyor, kırılıyor, ya da kirden görünmez hale geliyor. Örneğin en sevdiğim yazar Dostoyevski’dir. Ama mutlaka Dostoyevski okumalısınız diyemem. Çünkü bilirim ki Dostoyevski okumadan da hayat devam eder ve boşluk yaratmaz.

Eğer hayat devam ediyor, nefes alıyor, yemek yiyor, gülüyor, ağlıyorsanız boşluk yok demektir. Zaman zaman bir sızı duysanız bile içinizde, hayatın içinde bir boşluk yoktur. Çünkü hayat asla bir çatlak bırakmaz duvarında. Anında kapatır çatlakları.

Dünyada hiçbir şey yoktur ki, yokluğu bir boşluk yaratsın, hayat boşluk tanımaz.

Sevgiyle kal…

Erol Anar

Paraná

27-28 Temmuz 2019

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!