Ortada bir siyasal iktidar var ise, onu ele geçirmek için ne yoldaşlık, ne dindaşlık, ne arkadaşlık, ne ırkdaşlık, ne de akrabalık ortada kalır. Taraflar hemen düşman gibi birbirlerini ortadan kaldırmaya, yok etmeye yönelirler. Bu nedenle yapılması gereken, iktidar savaşlarını değil, iktidarın kendisini, ağları, mekanizmaları ortadan kaldırmak ve Foucault’nun dediği gibi “yeni bir hakikat siyaseti üretilmesinin olanakları”nı araştırmaktır.
İktidarın olduğu her yerde iktidar savaşları vardır. İktidar savaşının olduğu yerde, ana baba, kardeş, oğul, akraba… göz kırpmadan katledilir. İktidar yolunda her şey mübah olmuştur tarih boyunca.
Örneğin iktidar olgusunun neler yaptırabileceğini görmek istiyorsak, kapitalist ya da “sosyalist” herkesin aynı davranış biçimleri gösterdiğini tarihe bakarak bolca örnekleyebiliriz. İktidar bağımlılık yapar tıpkı bir uyuşturucu gibi, onu ele geçirmek için her şeyi yapar insanlar.
Örneğin Lenin öldükten sonra Stalin, bütün rakiplerini tek tek etkisizleştirdi. Stalin iktidarı ele aldı ve kendisine ileride rakip olabilecek bütün bolşevik liderleri tek tek ortadan kaldırdı. Stalin, önce ana rakibi olarak gördüğü Troçki’yi sürgün etti ve sonra bir ajanı vasıtasıyla onu öldürttü. Zinoviev, Buharin, Kamanev ve Rikov’u kurşuna dizdirdi.
Peki bu adamlar aynı amaç için çalışan “yoldaşlar” değiller miydi? İktidar konusu ortaya çıktığında yoldaşlık dahil her şey unutulur. Bu iktidarın doğasında vardır. O zaman siyasal iktidar, yoldaşlıktan, dindaşlıktan, her şeyden daha güçlü bir olgudur diyebiliriz.
Stalin ölünce ise bu kez Krusçev ve Beria arasında iktidar için mücadele başladı ve bu kez de Krusçev, Beria’yı ortadan kaldırarak siyasal iktidara sahip oldu.
Yani iktidarı alma konusu gündeme geldiğinde insanlar, en yakınlarındaki aynı amaç için yıllarca birlikte mücadele ettikleri insanları gözlerini kırpmadan ortadan kaldırmaktadırlar. İşte siyasal iktidarın gerçekliği ve doğası budur. İnsanı kendisine ve çevresine anında yabancılaştırır, onu canavarlaştırır.
Köleci, fedoal, kapitalist toplumlarda da durum farklı değildir.
Postmodern dünyada ise, iktidar savaşları daha görünmezdir, özellikle ileri kapitalist ülkelerde. Bunlar ağlar ve mekanizmalar aracılığıyla yapılır. Şiddet görünmez, teknikler farklıdır. Yok etme üzerine değil de, daha çok işlevsizleştirme üzerine kuruludur. Herkes oyunun kurallarını önceden bilir ve ona göre oynar.
Buradaki iktidarın, -daha doğrusu iktidarların- kişiyi sarmalaması çok çeşitli stratejilerin de ürünüdür.
“…
Aslında, iktidarın kararsızlık gösterdiği izlenimi yanlıştır; çünkü iktidar
geri çekilebilir, yer değiştirebilir, başka yeri kuşatabilir… ama savaş
sürer. “ der Foucault. [1]
Foucault’nun deyimiyle “iktidar ilişkileri bedenin içine nüfuz eder.” Böylece birey, iktidarın dışında bir özne değildir artık, onun bir parçasıdır.
Bu noktada hakikatin üretilmesi devreye girer.
“Hakikat üretilir. Bu hakikat üretimleri iktidardan ve iktidar mekanizmalarından ayrı değildir; çünkü hem bu iktidar mekanizmaları bu hakikat üretimlerini mümkün kılar, bunlara yol açar, hem de bu hakikat üretimlerini kendinde bizi bağlayan, birleştiren iktidar etkileri vardır. Beni ilgilendiren şey, hakikat-iktidar, bilgi-iktidar ilişkileridir.”[2]
***
İslâm tarihi de iktidar savaşlarına tanıklık etmiştir. Özellikle halifelerin iktidar mücadeleleri. İlk dört halifeden 3’ü iktidar savaşlarında öldürülmüşlerdir.
Osmanlı dönemine bakarsak, buradaki iktidar savaşlarının açık bir şekilde yapıldığına ve şiddet üzerine kurulduğuna tanık olabiliriz. Bu, nepotist sistemin tam tersi bir yapıdadır. Çünkü akrabaları, özellikle erkekleri, yakın olanları kayırmak değil, onları yok etmek, ya da izole etmek üzerine kuruludur. Osmanlı tarihinde kardeş kardeşi, baba oğulu öldürmekten çekinmemiştir iktidar yolunda.
Aşağıda Osmanlılarda iktidar savaşlarının küçük bir bölümünü bir kitaptan alıntıyorum.
“1511’de Selim, kardeşlerine karşı silâha sarılmış, Süleyman ise 1553 ve 1561’de oğulları Mustafa ve Bayezit’i kendi hükümdârlığına karşı çıkmaları nedeniyle idam ettirmiştir. Bu olaylardan ders alarak II. Selim (1566-1574) ve III. Murat (1574-1595), sadece en büyük oğullarını valiliğe atamışlardır. Bunlar babalarının ölümü üzerine direnişle karşılaşmadan tahta çıkmışlar, saraya hapsedilmiş kardeşlerinden kolayca kurtulmuşlardır. Saraya girer girmez, III. Murat’ın ilk işi beş kardeşini boğdurmak olmuştur. III. Mehmet (1595-1603) ise, on dokuz kardeşini öldürtmüş ve şehzadeleri vali atama âdetine son vermiştir…” [3]
Bu liste çok uzun, isteyenler internetten araştırabilirler.
Yine Cumhuriyet’in kuruluşu döneminde rejimde iktidar klikleri arasında tasfiyeler yaşandı.
Sonuç olarak demek istediğim, eğer ortada bir siyasal iktidar var ise, onu ele geçirmek için ne yoldaşlık, ne dindaşlık ne arkadaşlık, ne de akrabalık ortada kalır. Taraflar hemen düşman gibi birbirlerini ortadan kaldırmaya, yok etmeye yönelirler. Bu nedenle yapılması gereken, iktidar savaşlarını değil, iktidarın kendisini, ağları, mekanizmaları ortadan kaldırmak ve Foucault’nun dediği gibi “yeni bir hakikat siyaseti üretilmesinin olanakları”nı araştırmaktır.
Burada kişilerin özellikleri görece belirli bir dereceye kadar rol oynasa da bunun etkisi sınırlıdır. Önemli olan iktidarın doğasıdır. İnsan iktidarı değil, iktidar mekanizmaları insanı biçimler, onu elinde tutanlar da dahil olmak üzere.
Tarihsel olarak sınıflar arasında çelişkiler, çatışmalar vardır. Ama tarih, sınıf savaşlarının değil, iktidar savaşlarının tarihidir. İktidar savaşları sınıf savaşlarından daha önce de vardı ve günümüze kadar da hep belirleyici olmuştur.
İşte bu nedenle tarih, iktidar savaşlarının tarihidir.
Erol Anar
[1] Foucault: İktidarın Gözü, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, Üçüncü Basım: 2012, sayfa 40.
[2] Age, sayfa 173-174.
[3] Halil İnalcık: Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), YKY Yayınları, İstanbul, 1. Baskı: Mayıs 2003, sayfa 66-70.
1. Lenin iktidar olmadı mı? Neden es geçtiniz? 2. Hakikat siyaseti nasıl üretilir?