Sanat belki sokağa çıktı, ama sokaktan eve dönemedi geri. Evin yolunu bulamadı bir türlü ve hâlâ onun krizini yaşamakta.
Bu resim, birçok filmde karşımıza çıkar. Jackson Pollock’un damlatma ve sıçratma tekniği ile yaptığı en ünlü resmi budur. En son “Ex Machina” filminde rastlamıştım bu resme. Orada da gizli bir sığınakta yapay zekâ üreten bir bilim insanı, koridorda bir duvara asılı olan bu resim üzerine uzun uzun konuşuyordu.
Pollock’un resimleri hakkında onu dahi bulan eleştirmenler olduğu gibi, onun yapıtlarını değersiz bulan eleştirmenler de olmuştur. Aynı edebiyatta Charles Bukowski’nin karşılaştığı duruma benziyor bence. Ancak zaman içerisinde Pollock kendini kabul ettirmiştir. Aslında genç bir yaşta (44) trafik kazasında ölmeseydi, hâlâ çok konuşulacağı muhakkaktı.
Damlatma tekniği (drip painting), boya fırlatma, dökme tekniğiyle büyük ebatlı tuvaller üzerine soyut resimler çizmiştir. “Jack the Ripper (Karındeşen Jack)”den esinlenerek ona “Jack the Dripper”da (Damlatıcı Jack) demişlerdir. Çağdaş sanat akımlarının birçoğuna katkısı olmuştur Pollock’un. Özellikle de action art, happening, süreç ve beden sanatı vb gibi…
Pollock’u severim, tarzı kendine özgüdür. Çok denendi, taklit edildi, ama kimse onun seviyesine erişemedi bu damlatma ve fırlatma tekniğiyle. Onun tablolarını gördüğünüzde, aynen Van Gogh’unkiler gibi Pollock’un resmi olduğunu bilirsiniz. Pollock, soyut dışavurumculuğa (Abstract Expressionism) yeni bir kapı açan sanatçıydı.
En önemli Amerikan sanatçılarından birisidir o. Örneğin bir derginin yaptığı ‘top 10 Amerikan resmi’ (1) Pollock da yapıtlarıyla yer alır.
Pollock önemli bir sanatçı idi, kendi tarzı ve yöntemleri kendine özgü idi. Ama ondan sonra gelenler, onu taklit edenler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
Ed Harris tarafından yönetilen “Pollock” adlı filmde, sanatçının yaşamı ele alınır. 2000 yılında yapılan bu biyografik film, sanatçıya ilgi duyanlar açısından izlenebilir.
Fotoğraftaki resim bir Jackson Pollock resmi. Bu şimdiye kadar satılan en pahalı çağdaş resimlerden birisi. Resmin adı “No. 5, (1948)” Resim, üzerine koyu kahverengi ve sarı boya ile işlenmiş, yuva benzeri bir görünüm oluşturarak yapılmıştır. 1948’de soyut ekspresyonist harekete katkısı ile tanınan Jackson Pollock tarafından boyandı. 5 numara, 2006 yılında 140 milyon dolar karşılığında bir özel satışta satıldı.
Aslında bir sanat yapıtına paha biçilemez, çünkü o hem tek hem de özgündür, biriciktir. Ancak kapitalizm sanatı bir yatırım, kara para aklama aracına, sanat yapıtını da alınıp satılabilen basit bir metaya dönüştürmüştür.
Resim sanatında bugüne değin pek çok şey denendi. Ready-made yapıtlardan ve diğer postmodern akımlara resim sanatı tuvalin dışında arayışlara girdi. Bunların içinde devrimci özelliği olan, kalışk sanat kalıplarını reddeden ve kendine özgü bir tarz geliştiren sanatçılar vardı, örneğin Duchamp, Pollock gibi…
Bu durum ilk başlarda bir devrim, bir yenilik olarak görülüyordu, ama sonraları taklit ve tekrarlarla bir çıkmaza girdi postmodern sanat anlayışı. Aynı şekilde modern sanat anlayışı ise zaten kriz içerisindeydi.
Ancak sonraları sanat biçim değiştirdi. Estetik duygusu ve etik bir kenara bırakıldı. Postmodern sanatın içinde “oyun” kavramı öne çıkarıldı. Aynı şekilde postmodern felsefedeki Wittgenstein’dan alarak Lyotard’ın geliştirdiği “dil oyunları” görsel sanatlar içinde sanatı bir “dil oyunu” bir biçim oyunu olarak algılanmaya götürdü. Sanat yapıtı, daha çok birebir üretilmiş sanat yapıtı olmaktan çok, onu “bozan”, bir yapıya büründü.
Postmodern sanat ile birlikte “sanat sokağa çıktı!” denilir. Buna Postart diyenler de var. Postinsanın tartışıldığı bir ortamda, postsanatın da ortaya çıkması doğaldır. Bu doğrudur, sanat belki sokağa çıktı, ama sokaktan eve dönemedi geri. Evin yolunu bulamadı bir türlü ve hâlâ onun krizini yaşamakta.
Erol Anar
24 Kasım 2017
Santa Catarina
(1)Top 10 American Paintings, 2014, magazine.nd.edu