Dostoyevski, Sibirya’da gerçek sırrı öğrenmişti: Kimse saf iyi ya da kötü değildi. “Canavar” denilen bu insanların içlerinde çok iyi ruhlular vardı. Kötü görünüş yanıltmamalıydı. Bunu altın bulmak olarak niteliyordu. İşte bu bilgi yaşayarak öğrenilmişti ve onu diğer yazarlardan ayırdı. Edebiyatta yapılmayanı yaptı. Saf iyi kahramanlar yerine, Raskolnikov gibi ateşli gel git duygulara ve ruha sahip cehennemi karakterleri öne çıkardı. İçerideki cehenneme baktı.
O da Nietzsche gibi cehenneme bakmıştı. İçerideki cehenneme, yani insanın iç dünyasındaki karanlık noktaları aydınlatan cehennem.
Category: Edebiyat
Dostoyevski ve ‘İnsanın İçindeki İnsan’
Ama insanı ve onun davranışlarını çözümlemekteki başarısı ve ustalığı eşsizdir onun. Edebiyat tarihinde hiç kimse insanın iç dünyasına Dostoyevski gibi uzanmamıştır. Kendisine psikolog denilmesine karşın şöyle der o:
Psikolog olmasa da, insanın iç dünyasına belki bir psikologdan daha fazla sızabilmiştir. Gerçekten de insanın iç dünyasının o zaman dek yapılmamış -hâlâ da yapılamamış- bir resmini sunar bize Dostoyevski. Bu eksik bir resimdir, onu tamamlayacak olan da kendimizden başkası değildir.
Dostoyevski ve ‘Yaşanmadan Anlaşılamayacak Bazı Şeyler’
Bu kitabı çok severim ben. Tolstoy, Puşkin’le kıyaslamış Dostoyevski’yi. Bu aslında ona iltifattır. Çünkü Puşkin, Rus edebiyatının peygamberi olarak görülür Ruslar tarafından. Ama dünya edebiyatına gelince Puşkin, Ne Dostoyevski’nin, ne de Tolstoy’un yanına yaklaşabilmiştir dünya edebiyatında. Dostoyveski’nin ise Tolstoy ve Turgenyev gibi Rus edebiyatının duayenlerine bir üstünlüğü vardır, o da bizzat mahkûm olarak Sibirya’ya giderek toplumun alt kesiminden insanlarla yıllarca birlikte yaşaması ve onları gözlemlemesidir. Bu bir yazar için, altın değerinde bir fırsattır bence.
Zaten Dostoyevski de bunun farkındadır, şöyle seslenir aslında diğer yazarlara: “Bazı şeyleri yaşamadan anlayamazsınız, üzerinde yorum yapamazsınız”.
Dostoyevski’nin Demli Çayı
Dostoyevski romanlarındaki fikirleri dış dünyanın bir yansıması olarak değil, iç dünyanın yansıması olarak ele almıştır bence. Bunu roman kahramanlarının iç dünyalarının açığa çıkmasında görebiliriz. Aslında onlar tam ve keskin çizgilerle çizilmiş figürler de değillerdir. Tıpkı Platon’un mağarasında duvara yansıyan gölgelerdir bir anlamda. Ya da yarı gölge figürlerdir. Onları biz hayalimizde canlandırırız.
Dostoyevski ve Varoluşumuzun Acısı
Dostoyevski romanlarında iyilik bu derece belirgin değildir. Raskolnikov bazen “iyidir”, bazen ise cinayet işleyecek kadar “kötü.”
Dostoyevski de yoksulların hikâyesini anlatır genelde. Ama başka bir gözle. O dışarıda değil evin içindedir. Ürkek adımlarıyla bizi evden dışarıya çıkarmaz evin içinde gezdirir. Karanlık köşeleri aydınlatır. Bu ev, kendi iç dünyamızın evidir.
Leyla ile Ferhat
Aşklar çeşitlidir: İki insan arasındaki aşk, bir objeye duyulan aşk ve özgürleşme aşkı gibi. Aşk özgürlüktür ve yalnızca özgürleşme mücadelesi verenler aşkı çoğaltabilir. Aşkların en yücesi özgürlük aşkıdır. Mücadele, aşkın mayasıdır ve bu aşk sonsuza dek nefes alan bir özgürlüktür.
Beni Etkileyen Kitap ve Yazarlar (3)
Bizim evde okumayı herkes severdi. Bu yüzden bazı kitapları iki üç kez okuya okuya eskitirdik. Bazı kitaplarımızın kapakları kopmuş, hatta bazı sayfaları da eksilmişti zamanla. Buna rağmen onları bile okurduk her fırsatta özellikle sevdiğimiz kitapları…
Şiir deyince ise, kitaplarını okuduklarımız Türk edebiyatından özellikle Nazım Hikmet, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Orhan Veli Kanık, Cahit Sıtkı Tarancı ve başkalarının da kitapları vardı evimizde.
Tabi burada Türk edebiyatından okuduğum kitapların hepsini saymamın imkânı yok, yalnızca ilk düşünüşte aklıma gelenleri yazdım, devam edeceğim de yazmaya.
Sana Mektuplar: Tatminsiz Birey Üzerine Birkaç Not
Bu monotonluk ve sıkıcılık hayatı da anlamsızlaştırıyor. Yolculuk yapmak bile sıkıcı bir rutine dönüşebiliyor. Çünkü artık çaba yok erişilmesi gereken şeye. Her şey zaten elinin altında. Derin bir tatminsizlik, giderek de derinleşiyor. Mutluluk rolü yapmaktan, gerçek küçük mutlulukları elimizden kaçırıyoruz sürekli. Yani mutlu insan rolü yapmaktan sosyal medyada ve gerçek hayatımızda mutluluğun ne olduğunu unuttuk neredeyse sevgilim.
Sana Mektuplar: İnsanı Öldüren İşte Bu Ukalalığıdır
İki tür yazar var bence: Geçmişte okuyup da değerli bulduğumuz ve yıllar geçtikçe şarap gibi daha da değerli hale gelenler ile önceden değerli bulduğumuz ama şimdi bize hiçbir şey ifade etmeyen yazarlar.
Bazı yazarların yapıtlarını yeniden okuduğumuzda sığ buluruz ve ‘ben bunu nasıl sevmişim’ diye sorarız kendimize. Bazı kitaplarda ise daha önce keşfetmediğimiz hazineler keşfederiz, görmediklerimizi görürüz. Bu tür kitapları her okuduğumuzda yeni şeyler görürüz. Örneğin benim için bir örnek vvermek gerekirse daflarca okuduğum kitaplar vardır hayatımın çeşitli dönemlerinde ve bu kitaplarda her saferinde yeni şeyler keşfetmişimdir kendi açımdan.
Sana Mektuplar: Bir Elbise gibi Her Gün Kuşanılan Acılar
Bu dünyada pek çok insan, sanki Dostoyevski romanı kahramanıymış gibi her gün acı çekerek ve kendini başkaları için feda ederek yaşıyor. Yani kendi hayatlarını değil, başkalarının hayatlarını yaşıyor bu insanlar. Sadece yoksulluk anlamında söylemiyorum bunu, ekonomik durumu iyi olup da hastalıktan ömür boyu acı çeken ya da yaşamını hasta çocuğuna adayan bir anneyi de düşünüyorum. Öteki dünyaya, dine inanırsanız bunu, “Onlar öteki dünyada cennete gidecekler.” deyip kolaylıkla geçebilirsiniz. Elbette isteyen istediğine inanmakta özgürdür; ama inanmamakta da.