Araya ayrılık girerse, bıraktığın kişiyi asla bulamazsın. Çünkü insanlar her saniye değişir. Bu hayatın diyalektiğidir. Ne giden kişi aynıdır, artık ne de dönen. Giden de, kalan da, ikisi de yabancılaşmıştır. Yollar, insanı birbirine yabancılaştırır. Bu yabancılaşmayı aşabilen ilişkiler de vardır, aşamayıp tökezleyip tükenenler de.
Charles Bukowski, “Eğer iki kişi arasında kalırsanız; ikinciyi seçin. Çünkü birinciyi gerçekten sevseydiniz, ikincisi olmazdı.”diyor.
Bukowski doğru söylüyor, ama bence iki kişi arasında kalıyorsanız, en iyisi üçüncüyü seçmektir. Çünkü birinci, ikinciyi, ikinci ise birinciyi hatırlatacaktır sana daima. Oysa üçüncü kimseyi hatırlatmaz, hepsini unutturur. Ve üçüncü ile yeni ve temiz bir sayfa açıp, sağlıklı bir ilişkiyi devam ettirme şansı vardır. Düalizmin insana getireceği tek şey, yalnızca mutsuzluk ve kederdir.
Hayatımızda çoğunlukla iki seçenek arasında sıkışırız. Hep bu iki seçenek arasında seçim yaparız, üçüncü bir seçenek aklımıza bile gelmez. Bazen de seçenek bile yoktur, bize dayatılana boyun eğer, yaşar gideriz. Daha doğrusu yaşamak değil de, nefes almak denir buna. Çünkü yaşamak, özünde yapabildiğin ölçüde kendi istediğin ve seçtiğin biçimde yaşamaktır. Elbette başkalarına hükmetmeden, onların özgürlüklerini de aynı kendi özgürlüğü gibi tanır ve saygı duyarsan. Bence yalnızca özgür insanlar tam anlamıyla yaşadıklarının farkında olanlardır. Diğerleri ise hayatlarının arkasından koşan, teslim olmuş, nefes alan insancıklardır. Onlar kendi hayatlarını değil, sistemin ve çevrelerinin kendine biçtiği hayatı bir elbise gibi giyinerek yaşamaya çalışırlar. Bir çeşit ölene kadar zaman doldurmadır bu dünyada.
***
Bazı insanlarla yolumuz kesişir bir süreliğine; bir gün, bir ay, bir yıllığına. Sanki hiç ayrılmayacakmışız gibi düşünürüz. Bu süre içinde o kişiyle yoğun bir paylaşım içine gireriz, ilişkimiz sanki hiç bitmeyecekmiş gibi gelir bize. Ama belli bir süre geçtiğinde, ilişki de otomatik olarak biter. Belki de kısa sürede yoğun paylaşımdır ilişkiyi bitiren etkenlerden birisi. Sadece romantik ilişkilerden söz etmiyorum, bazı arkadaşlık ilişkileri de böyledir.
Sonra herkes yoluna gider. Ve bu insanlar sanki hiç karşılaşmamışlar gibi birbirlerini unuturlar. Bu da çok doğaldır. Çünkü insanlar bir tren gibi gelip geçerler hayatımızdan. Herkes kalıcı olamaz hayatımızda. Bir çok insan gelip geçer, ama iz bırakan çok azdır. Diğerleri unutulur, silinir giderler zamanın tozları arasında. Sanki hiç yaşanmamışlardır; bu yüzden sanaldırlar, gerçeğe dönüşemeden sanalın içinde boğulmuşlardır.
Bir ilişkide, özneler ilişkiye gereğinden fazla yüklenmişlerse ve olması gerekenden çok daha yoğun paylaşım varsa, o ilişki hızla tükenebilir bence. Yoğun paylaşımın ardı, yoğun sessizlik ve sonrası yabancılaşmadır. Böylesi ilişkiler, kalıcı bir iz bırakamazlar. Ateş gibi bir anda tutkunun aleviyle parlar, ve yine bir anda sönüp giderler. Uçucudurlar.
Yine bir ilişkide, ilişkinin özneleri bir süreliğine ayrı kalmışlarsa, araya kaçınılmaz olarak yabancılaşma girmiştir. Bir süre sonra dönen kişi aynı kişi değildir; kalan kişi de aynı değildir. İkisi de bu süre içinde değişmişlerdir. İster bir ay, ister bir hafta, isterse bir yıl olsun bu ayrılık süresi. Bu kişilerin duyguları, düşünceleri ve birbirlerine olan hisleri sürekli bir değişim içindedir. Ayrılık olumsuzlukları tetikler ilişkide, yabancılaşma ile karışır.
Araya ayrılık girerse, bıraktığın kişiyi asla bulamazsın. Çünkü insanlar her saniye değişir. Bu hayatın diyalektiğidir. Ne giden kişi aynıdır, artık ne de dönen. Giden de, kalan da, ikisi de yabancılaşmıştır. Yollar, insanı birbirine yabancılaştırır. Bu yabancılaşmayı aşabilen ilişkiler de vardır, aşamayıp tökezleyip tükenenler de. Birçok ilişki ise tükenmiştir, ancak devam eder. İki insan birbirlerini sürükleyerek mutsuz bir biçimde ilişkilerini taşırlar ileriye doğru.
Bu yabancılaşmayı aşmak için, yalnızca aşk ya da sevgi yetmez. Her iki tarafın da birbirlerini destekleyerek çaba göstermeleri şarttır.
Erol Anar