O zamanlar “İnsan Hakları Tarihi” adlı kitabım yayınlanmıştı. Kitap yayınlandıktan üç gün sonra toplatılmıştı. Ondan sonra başka kitaplar da yayınlamıştım o yıl içinde. Paşa ile Şamil Samsun’a çağırmışlardı beni, Belediye’ye ait bir kültür merkezinde imza günüm olacaktı.
Samsun’a gittim, imza günü düzenlendi gündüz, iyi geçti. Akşam Samsun Çiftlik caddesinde içkili bir restoranda oturmuştuk. Orada hem içip, hem de sohbet ediyorduk. İçki faslı bitince restorandan çıktık. Lise caddesine inip işkembe çorbası içmek aklımıza geldi. Gazi caddesinde açık işkembeciler vardı. Bir yere oturup çorba içiyorduk. Çorba içtik, sohbet ediyoruz.
O sırada Orhan ile Paşa tartışmaya başladılar. Bunlar ne zaman birlikte içki içseler tartışırlar kendi aralarında. Dışarıya çıktılar. Şamil ile biz oturuyorduk. Ama geri gelmediler.
Şamil bu arada,
“Ya ben şunlara bir bakayım, ne oldu geri gelmediler?” dedi. O da gitti.
Ben oturuyordum restoranda sigara içerek, bir süre geçti. Şamil de gelmeyince, ben de hesabı ödeyip çıktım. Biraz caddede yürüyünce baktım orada bazı insanlar vardı, onlardan bizim çocukların gürültü yapıp, kamu huzurunu bozdukları gerekçesiyle polisi tarafından gözaltına alındıklarını öğrendim. Şamil gidince onu da gözaltına almışlar orada dükkânın önünde.
Karakol hemen yakındaydı, Gazi Caddesi’nde. Oraya yürüdüm. Bir polis vardı nöbet tutan:
“Benim arkadaşlarımı gözaltına almışlar. Görmek istiyorum onları.” dedim.
“Sarhoş musun sen lan, seni de mi hapsedelim?”
“Bak dedim dikkatli konuş. Ben sarhoş değilim. Yazarım ben, imza günüm vardı Ankara’dan geldim.”
Böyle deyince polis daha nazik davrandı,
“Görüşmeniz mümkün değil şimdi, yarın sabah gelin.” dedi.
Bunun üzerine oradan ayrıldım sabah tekrar gelmek üzere.
Peki içeride neler olmuş?
İçeride bunları hapsetmişler nezarathaneye. O dönemlerde Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (CMUK) yeni çıkmıştı. Paşa tuvalete çok çıkmaya başlamış. Sonra su istemişler, Polis bunun üzerine,
“Kardeşim” demiş. “Su mu yok!”
“Hakkımız bizim,” demiş Paşa, “CMUK var!”
Polis bunun üzerine,
“CMUK versin suyunuzu o zaman…” demiş.
Nezarethanede öyle bankta otururlarken, Paşa elini bankın altına koymuş, birden orada bir şey olduğunu hissetmiş. Bir bakmış ki iki adet Marlboro sigarası ile iki kibrit çöpü ile kibrit kabı parçası var. Birden çok mutlu olmuşlar. Altın bulmuş gibi sevinmişler.
Muhtemelen daha önce nezarethaneye atılan birisi bir güzellik yapmış ve sigaraları oraya gizlemiş.
Marlboro’ları yakıp tüttürürken birden Polis kokuyu almış.
“Ne o sigara mı içiyorsunuz? Nereden buldunuz? Yasak kardeşim, söndürün o sigaraları.”
Paşa bunun üzerine nefes çekip polise doğru üflemiş.
“Gel de söndür kolaysa. CMUK gelse elimizden alamaz bu sigarayı. Üstelik Marlboro bulmuşum ben verir miyim? ” demiş.
Bunun üzerine polis,
“Lanet olsun size, zıkkım için.” demiş ve gitmiş.
Ben ertesi sabah erkenden Karakol’a gittim. Bizimkileri gördüm. Pis pis sırıtıyorlardı, sanki bir halt yapmışlar gibi. Kızdım bunlara biraz.
Cebimde de yeni toplatılmış “İnsan Hakları Tarihi” kitabım var. Çıkardım kitabı bunlara,
“Bakın haklarınız bunun içinde var, ama kitap yasaklandı.” dedim.
Paşa bana baktı ve,
“Adamlar bilse Karakol’a cebinde toplatılmış insan hakları tarihi kitabı ile geldiğini, bizi bırakıp seni tutuklarlar.” dedi.
“İşte o yemez gözüm.”dedim.
Daha sonra onları da bıraktılar. Ben de o akşam tekrar Ankara yolunu tuttum, yine maceralı bir Samsun gezisinden sonra.
Erol Anar