Büyük Balo’nun iki oğlu vardı: Dokuz yaşlarındaki Edip ile o zamanlar altı yaşında olan Bahadır. Edip daha akıllı ve uslu bir çocuktu. Sonradan okulu bırakıp babasının lastikçi dükkânında çalışmaya başladı.
Bahadır’ın ise deli dolu bir kişiliği vardı. Kafa atmayı çok severdi. Durduk yerde bir anda bir kafa atardı. Senin kafanda depremler olur, acıdan gözlerinden yaş gelirken, o kahkahalarla gülerdi. Kafası taş gibi sertti o yaşta. O yüzden Bahadır ile konuşurken aradaki mesafeyi koruyor, kafa mesafesine biraz uzak duruyorduk. Babası, bir oyun olarak öğretmişti bunu çocuğa; babasıyla kafa kafaya tokuşuyorlar, böyle eğleniyorlardı.
Bazen Balo abi dükkânda birisini gösterir ve Bahadır’a,
“Haydi oğlum, şuna bir kafa at!” derdi.
Bir gün Balo abi işe geç geldi. Kafasına sık sık ıslak bez koyuyordu.
Merakla yanına gittik:
“Ne oldu Balo abi, keyifsiz görünüyorsun.”
Balo eliyle ıslak bezi iyice kafasına yapıştırarak şöyle dedi:
“Ya hiç sormayın.” dedi, “Akşam eve gittim. Karnım çok acıkmıştı. Bizim hanım yer sofrasını kurdu. Oturdum yemek yiyorum. Tam iki lokma yemiştim ki, birden dünyam karardı. Kafam ikiye bölündü sandım. Sanki kafama çekiçle vurmuşlardı. Lokmam ağzımdan düştü. ”
Ne olduğunu anlamamıştık henüz. Balo sözlerine devam etti:
“Öyle iki büklüm namaz kılar gibi yere yapıştım; uzun bir süre kendime gelemedim. Böyle bir acıyı hayatımda görmemiştim. Dünya bir anda karardı ve başıma yıkıldı. Hâlâ ağrıyor başım, kaç tane aspirin içtim fayda etmedi. Acı biraz daha dayanılır olunca gözlerimden yaş gelerek arkama döndüm.”
Lafının burasında biraz durdu, ıslak bezi ensesine koydu, birkaç yudum su içtikten sonra sözlerine devam etti:
“Bahadır bizim küçük oğlan! Sen tam ben yemek yerken, ben görmeden arkama geç ve bütün gücünle arkadan bana bir kafa at. Bahadır oradaydı, o an anladım bana onun kafa attığını. Çocuğu elime alıp, bir temiz dövdüm. Sonra da pişman oldum.”
Bir düşünün karnınız acıkmış, tam yemeğin başına oturmuşsunuz ve birden dünya kararıyor. Kafanız o anda ikiye yarıldı sanıyorsunuz. Ne ağzınızdaki lokmayı hissedebiliyorsunuz, ne de açlığınızı. İşte o akşam Balo’nun başına gelen tam bu idi. Fakat suçlu yine kendisiydi, çünkü çocuğuna kafa atmayı bir oyun olarak kendisi öğretmişti.
O olaydan sonra Balo abi bir hafta kendine gelemedi. O olaydan sonra, yemek yerken artık sırtını sağlama alıyor ve Bahadır’ı gözleriyle izliyordu.
Balo abi o gün öz çocuğuna bile sırtını dönmemesi gerektiğini acı bir şekilde öğrenmişti.
Erol Anar
“Aşağı Mahalle Öyküleri” adlı henüz yayınlamadığım kitabımdan.
Copyright © erol anar 2021.
Not: Fotoğraf semboliktir.