Parti Küçük Devlettir

Parti Küçük Devlettir

Elbette her parti totaliterdir. Ama bu totaliterlik dereceleri farklıdır .

Şöyle düşünüyorum insanlığın şimdiye kadar yarattığı özgürlük düşmanı en büyük kurum devletten sonra partidir. Hatta parti bazen devletten bile güçlüdür. Her partinin bir bayrağı, bir ideolojisi vardır. Ama hangi ideolojiye sahip olursa olsun her parti özgürlüğün karşıtı, onun düşmanıdır.

Siyasal parti nedir? Parti bir kurumdur, insanların yarattığı politik amaçları olan bir kurum. Siyasal iktidarı hedefler, onu ele geçirmek için çalışır. Siyasal iktidarı ele geçirdiğinde siyasal parti, artık rolü değişmiştir. Şimdi amaç, hem partiyi ve siyasal iktidarı, hem de devleti korumaktır. Bu uğurda her şey göze alınır. Parti küçük devlettir o zaman, ama bazen devletten  de büyük olur. Her siyasi parti kendi içinde bir küçük devlet modelini oluşturur.

Bazen parti siyasal iktidarı ele geçirmekle kalmaz, onu kendisine bağlı bir kuruma dönüştürür; asıl olan ülke ya da devlet değil, partinin kendisidir artık. Siyasal partinin amaçları ülkenin, devletin amaçlarıyla birleştirilir. Partinin kaderi de ülkenin kaderiyle eşleştirilir. Siyasal parti devletin beynini ele geçirmiştir. Parti bayrağı, ülke bayrağının da önüne geçmiştir.

Parti insanın kurduğu bir kurumdur, ama kutsanmıştır. O cehennemi bir kurumdur; bir itaat ettirme, boyun eğdirme mekanizması ve parti yönetimini elinde bulunduran kişilerin elinde bir oyuncak… Bu kişiler gelip geçicidir, biri gider diğeri gelir. Ama parti varlığını sürdürür çoğunlukla; parti kutsaldır çoğu üyesi için, ona böyle bir giysi giydirilir. Özellikle de partiye egemen güçler tarafından. Çünkü bu kutsallık gereklidir itaat için. Parti kararı denildiği zaman akan suların durması anlamına gelir bu.  Parti kararı sanki bir tanrı kararıdır, gökyüzünden aşağıya melekler tarafından indirilmiştir. Dolayısıyla ona karşı çıkmaya kimse cesaret edemez parti üyeleri arasında. Bu da parti yönetimini elinde bulunduran egemen güçlerin parti kararlarını tartıştırmadan varlıklarını devam ettirmelerini kolaylaştırır. Bu nedenle Parti’ye karşı çıkan bazen “hain”, davaya ihanet etmiş -aslında ortada iktidar, egemenlik kaygısından başka bir dava da yoktur- olarak ilan edilir. Böylece parti içinde gerçekten bir düşünce özgürlüğü yoktur. Sadece amir-memur, itaat eden-itaat ettiren, efendi-köle ilişkisi vardır.  Parti yapılanmasının doğası budur.

İnsanın bugüne dek yarattığı, onu en çok köleleştiren ve kayıtsız şartsız itaat isteyen kurumlardan birisi de Siyasal Parti’dir. En “özgürlükçü” görünen parti özünde bile totaliterdir ve disiplin ile itaati sağlar üyeleri arasında. Partinin tek amacı vardır, siyasal iktidarı ele geçirmek. Bütün partilerin ana amacı budur. “Ben senden iyi yönetirim. Ben sürüyü senden iyi güderim.” işte baş argümanları da budur.
İşte bu nedenle hayatım boyunca hiçbir siyasal partiye üye olmadım, hatta yanından bile geçmedim. Mücadelemi kendi ölçeğimde tek başıma ve ya da sivil bağımsız kuruluşlarda yaptım.
İster legal, isterse illegal olsun, size önerim bir sisayasal partinin binasının yanından bile hızla geçip gitmenizdir.

Parti, totaliterdir

İşte onun için parti şeklindeki bir örgütlenmenin, insana özgürlük getirebileceğini inanmıyorum. Aksine tarihe bakarsak parti şeklindeki örgütlenmeler insana kölelikten başka bir şey getirmemiştir. Bugün olan da odur. Bugün belki örneğin burjuva demokrasilerinde partiye aykırı görüş geliştirenler idam edilmiyor, öldürülmüyor belki ama disiplin kurulu ya da başka yollarla egemen parti güçleri kendilerine karşı çıkanları tasfiye edebiliyor.  Daha totaliter ülkelerde partiyi eleştiremezsiniz, parti her şeydir:  Örneğin Çin, Küba, Vietnam vs… Buralarda tek parti olan Komünist Parti’yi eleştiremezsiniz. Partiyi eleştirmek oralarda çok daha riskli olabilir, hapse bile girebilirsiniz. Bu, farklı ideolojiye sahip İran’da ve birçok ülkede de böyledir.

“Kitlelerin ne düşündükleri ya da ne düşünmedikleri, ilgilenmeye değmez bir sorun olarak görülmektedir. Bir düşünceleri olmadığı için onlara düşünsel özgürlük tanınabilir. Buna karşılık, bir Parti üyesinin en önemsiz konuda bile en küçük bir düşünsel sapma göstermesi hoş görülemez.” [1]

İşte bu noktada disiplin kavramı devreye girer. Kimseye “Sen farklı düşündüğün için cezalandırılacaksın,” denilemeyeceği için, üyenin disiplin suçu işlediği öne sürülür. Hatta totaliter partilerde bu “ihanet” suçlamasına kadar gider. Kişi öldürülebilir, hapse atılabilir en küçük bir düşünce farklılığından dolayı. Parti totaliterdir, en demokrat görünen partide bile bu totaliterlik vardır. Disiplin kurulu mekanizması, en küçük itaatsizliği, farklı düşünceyi çoğu zaman hoş görmez. Parti en küçük bir düşünce farklılığını -özellikle totaliter ülkelerde- ihanet olarak adlandırılır. Bu noktada Parti’ye eleştiri getiren kişi hain, dış güçlerle bağlantılı, işbirlikçi, ya da bu tür suçlamalarla yargılanır ve Parti’den atılır ya da kurşuna bile dizilebilir tarihte bolca gördüğünüz gibi. Parti düşünce özgürlüğüne izin vermediğinden, disiplin kurulu mekanizmasına gerek duyar. En “demokratik” partide bile bu kurullar vardır. Disiplin kurulları, parti içindeki düşünce özgürlüğünün üzerinde bir kılıç gibi kullanıldığından, sürekli hizipler, birbirinden farklı klikler, gruplaşmalar ortaya çıkar ve bunlar birbirlerini tasfiye ederler zaman zaman. Bazen ise bir parti içinden partiler doğabilir. Böylece daha totaliterleşmiş ve devletin beynine yerleşmiş partiler, örneğin Çin Komünist partisi, Küba Komünist Partisi gibi partiler üyelerinin kendilerine eleştirmesine izin vermezler.  Liderlerin eleştirilmesine de izin verilmez, özellikle yönetim kademesindekilerin ya da sembolleşmiş olanların.

Kapitalist dünyadaki totaliter partiler de böyledir. Onlarda da lider ve parti üyeler tarafından eleştirilemez. Örneğin AKP’de Erdoğan’ı, MHP’de Bahçeli’yi ve partiyi kim eleştirebilir? Bu antidemokratik baskılara uğrayan HDP’de de böyledir, bu partide açıkça Öcalan’ı kim eleştirebilir? Ya da CHP’de kurucu liderleri ve genel başkanı eleştiren kişi kendisini disiplin mekanizmasının önünde bulabilir. Bu illegal partilerde de böyledir.

Örneğin demokrasiden, çoğulculuktan, değişimden söz eden Alman Yeşiller Partisi’ne bakın orada bile aynı elit yönetici klik, yıllardır en üst yönetim kademelerindedir. Bir değişim yoktur, bir taban yoktur daha doğrusu.

Bir parti için lider vazgeçilmezdir. Çünkü parti kendi moral değerlerini lider aracılığı ve rehberliğiyle ifade eder. Lider ve onun etrafında kümelenmiş klik, işte bu değerleri hayata geçirmek ve partinin varlığını devam ettirmesi için vazgeçilmez görülür; özellikle de totaliter partilerde.

“Önderler özellikle nevrozlular, yaratılışça heyecanlı olanlar, deliliğin kenarında dolaşan yarı deliler arasından çıkarlar. Savundukları düşünce, takip ettikleri amaç ne kadar abes olursa olsun, onların düşüncelerine karşı her uygulama, her yargılama yargısız kalır.” [2]

Elbette her parti totaliterdir. Ama bu totaliterlik dereceleri farklıdır: Örneğin Çin’deki Komünist Partisi ile Almanya’daki Yeşiller Partisi arasında totalitarizm açısından farklar vardır. Ama özünde ikisi de kaçınılmaz olarak totaliterdir farklarla birlikte. Çin Komünist Partisi bunu açık yöntemlerle yapar ve gizleme gereği duymazken; Yeşiller Partisi daha dolaylı yöntemlerle hayata geçirir. Çin Komünist Partisi’ni açıkça eleştirmek ağır şekilde cezalandırabilirken, Yeşiller Partisi’ni, onun yönetimini sürekli hedef alan bir üye, en fazla parti üyeliğinden atılır.  Çünkü ne kadar demokratik olduğunu iddia ederse etsin, partinin doğası eleştiriye açık değildir, o itaat ettirmek ve kitelelere çobanlık yapmak üzere kurulmuş bir mekanizmadır.

Parti itaat ve uyum ister üyelerinden. Parti yönetimini, liderleri eleştiren, parti kararlarına uymayan üyelerini disiplin ile tehdit eder, izole eder, hatta üyeleikten çıkarır disiplin kurulları aracılığıyla. Yukarıdaki egemen kliğin, (on beş- yirmi kişiden oluşur genelde) aldığı kararlara, bütün üyelerin kayıtsız şartsız uymaları istenir.
Düşünün ben bir özgür birey olarak, irademi Partiye vereceğim, ve karar alma sürecinin dışında bir kişi olarak bana aykırı da gelse onların aldıkları kararlara uyacağım. İşte bu bana ters geliyor. Ben kendi aklımla, karar almayı seviyorum, başkalarının dayatması ile değil. Mantaliteme uymayan bir kararı, düşünceyi neden savunayım?

Totaliter parti, siyasal iktidarı aldığında ve devleti ele geçirdiğinde hâlâ kendi ideolojik misyonunu sürdürür ve kendisini devlete değil, devleti kendisine uydurmaya çalışır.  Burjuva demokrasilerinde bu daha dolaylı yollardandır, ama totaliter ülkelerde daha doğrudan ve açıktır. Devlet içindeki devlettir parti, devletten bile yukarı ve kutsaldır. Valiler devlete değil, partiye öncelik verir; kendilerini partiye şirin göstermeye, kanıtlamaya çalışırlar. Örneğin AKP iktidarı altında olan Türkiye örneğini verebiliriz bu noktada.

Parti bayrağı ülke bayrağından daha önemlidir

Parti bayrağı ülke bayrağından daha önemlidir çoğu zaman. Dolayısıyla parti iktidarı ele geçirdiğinde partinin misyonu sona ermez, başlar. Parti devlet içindeki devlettir; sadece iktidardayken değil muhalefetteyken de yine devletin bir kopyasıdır. Devleti taklit eder, örgütlenmesi onun gibidir, ama uygun koşullar oluştuğunda, siyasal iktidarı da eline geçirirse devleti ve onun mekanizmalarını kendine uydurmaya çalışır. Çünkü aynı hiyerarşiyi aynı yöntemleri ve aynı amacı sürdürür. Bunu şu ya da bu sınıf, şu ya da bu ideoloji, din, inanç, şu grup ya da bu kesim adına yapması onun doğasının farklı olduğunu göstermez; tam tersine doğası birdir: Muhalefet, iktidarın tamamlayıcısıdır; yapboz oyununun bir parçasıdır.  Parti işte burada bir misyon yüklenir.

Örneğin Nazi dönemi Almanyası’na bakarsak, orada parti bayrağı olan gamalı haçı her yerde görebiliriz. Ama ülke bayrağı son derece az görülür. Çünkü parti, devletin beynine yerleşmiş ve kendi amaçlarını ülkenin amaçlarına çevirmiştir.

Şöyle düşünüyorum insanlığın şimdiye kadar yarattığı özgürlük düşmanı en büyük kurum devletten sonra partidir. Hatta parti bazen devletten bile güçlüdür. Her siyasal partinin bir bayrağı, bir ideolojisi vardır. Ama hangi ideolojiye sahip olursa olsun her parti özgürlüğün karşıtı, onun düşmanıdır. En demokratik görünen parti bile özünde totaliterdir, içinde totaliterdir.

Partinin antidemokratik ve özgürlük düşmanı olduğunu gösteren verilerden biri de şudur: İster sağ ister sol, sosyalist, kapitalist, faşist, liberal, dinci vs… bütün partiler hiyerarşiyi kullanırlar. Hiyerarşik ve merkeziyetçi oluşu, emir komuta zinciriyle onun yukarıdan aşağıya kılcal damarlar gibi en tabandaki insana ulaşmasını ve onu sindirmesini, ona itaat ettirmesini sağlar.

“Demokratik merkeziyetçilik” denen şey bir safsatadır, bir partide demokratik merkeziyetçilik olamaz. Merkeziyetçilik varsa o parti demokrat olamaz, zaten dolayısıyla burada bir hiyerarşik amir-memur ilişkisi vardır. Emir vardır, emrin olduğu yerde ne demokrasi, ne de özgürlük olabilir. Çünkü Bakunin’in dediği gibi, “Her emir özgürlüğün suratında patlayan bir tokattır.” Ve bir de bürokratlar, yönetenler tabakası vardır partilerde. Bunlar kaçınılmaz olarak ayrıcalıklıdır, sosyalist partilerde bile bu böyledir. Dolayısıyla bu tabaka, kendi içinde bir değişim gösterir, kişiler değişir, ama her zaman  elit ve egemen klikler partiyi yönetenlerdir.

Çünkü Bakunin’in dediği gibi, “Her emir özgürlüğün suratında patlayan bir tokattır.”

Parti fanatizmdir

Parti fanatizmi körükler, kendi içinde fanatizmi yaratır ve böylece yol almaya çalışır. Bu sembolizm, fanatizmi körükler ve partiye karşı mutlak itaati öne çıkarır. Özellikle totaliter ülkelerde bu çok daha açık bir biçimde yaşanmıştır. Reel sosyalist ülkelerde, Hitler, Mussolini dönemlerinde, hatta totaliter kapitalist ülkelerde. Farklı ideolojilere sahip olmalarına karşın bu partilerin işleyiş mekanizmaları hemen hemen aynıdır. Yüce bir şef vardır partiyi simgeleyen, şef ve parti her şeyi bilir, parti kutsaldır, ona itaat edilir, parti devletin kendisi olmuştur artık vs… Elbette kutsanmış amaçlar, dünyevi ya da ilahi bir cennet, refah, bolluk vaadiyle birlikte işler bu mekanizma…

Partinin en yıkıcı eylemi kendi düşüncesini kitlesine dikte etmesi ve herkesi birbirine benzetmesidir. Böylece üyelerin ruhlarını yok ederek birer robot gibi onları kullanmaya hazırlanır. İşte bu nedenle üyenin en küçük eleştirisine tahammül edilmeyebilir.

Yani parti düşünce özgürlüğüne izin veremez doğası gereği, kendi üyelerine itaat ettirmek, onları birer robot gibi kurgulamak üzere tasarlanmış bir mekanizmadır o.

Partiye bir de düşman gerekecektir

George Orwell, “1984” adlı yapıtında Partinin ne kadar etkili ve belirleyici olduğunu ortaya koymuştur. Totaliter bir dünyada devletten önemli tek şey parti ve onun simgesi yüce liderdir. Yüce lider de partiye hizmet için vardır, özünde herkes gibi. Bazen daha sonra yüce lider bile “hain” ilan edilir. Bu nedenle işte parti kutsanır.

Parti, tarihi, toplumsal belleği, her şeyi değiştirebilir, manipüle edebilir gücü oranında.

“Hem demokrasinin olanaksızlığına hem de Parti’nin demokrasinin koruyucusu olduğuna inanmak; unutulması gerekeni unutmak, gerekli olur olmaz yeniden anımsamak, sonra birden yeniden unutuvermek; en önemlisi de, aynı işlemi işlemin kendisine de uygulamak…” [3]
 “Hainin kim olacağını, o andaki yapı ve o andaki güçler dengesi belirler. ‘Hain’, topluluğun geçmişiyle tam bir tutarlılık içinde olabilir. Ama topluluk kolektif olarak değişmişse, tu kaka edilenler her zaman bu kişiler olacaktır. Örneğin, Sovyetler Birliği’nin tarihine baktığımızda, Troçki’nin, Stalin ve Parti tarafından hain olarak suçlandığını görürüz. Sonradan Stalin, Kruşçev tarafından komünizme ihanetle suçlandı ve oybirliğiyle hain ilan edildi. Ardından sıra Kruşçev’e geldi. Derken Gorbaçov, Brejnev ile Stalin’i mahkûm etti. Bütün bu örneklerde, Parti ile Sovyet yurttaşlarının da koroya katıldıkları görülür. Hep birlikte hainleri birbiri ardına suçlama şarkısını söylediler. Hep birlikte, tek sesli bir koro halinde. Hep birlikte hainleri birbiri ardına suçlama şarkısını söylediler. Hep birlikte, tek sesli bir koro halinde. Yaşasın devrim! Yaşasın Parti!” [4]

Bir gün kahraman olan, diğer bir gün “hain” olabilir partide. Hele ki kişi partiden ayrılmış ya da atılmışsa. Burada parti üyesi içinde bulunduğu konjonktüre uyum sağlar, güç dengelerine bakar ve güçten yana taraf olur genelde. “Yaşasın!” ya da “Kahrolsun!” diye haykırır. Dün yaşasın dediğine bugün kahrolsun diye bağırırsa, bunda bir çelişki görmez.

“… gözden düşmüş siyasal partilere daha birkaç hafta önce üye olan, bu partilere oy vermiş olan insanlar tarafından yoğunlukla alkışlanır. Korkuyoruz, itaat ediyoruz ve ayakta kalıyoruz.” [5]

Parti hem kahramanlara, hem de hainlere ihtiyaç duyar. Bunlar üzerinden propaganda yapar. Kahraman ve hainler değişse de asıl olan partinin çıkarlarıdır.

Partiye bir de düşman gerekecektir. Eğer düşman yoksa onu yaratacaktır. Hem iç düşman gerekir, hem de bu  yetmez dış düşman da gerekir. Parti gerek duyduğu an, hem iç düşmanlar hem de dış düşmanlar propagandasını kullanacaktır.

“Ben partizan değilim. Rezalet gördüm mü düzeltmeye çalışırım. Parti isimlerinin hiçbir anlamı yok. Sadece özgürlük geleneği önemli. Sıradan insanlar ondan vazgeçecektir, ah evet. Daha sakin bir hayat uğruna özgürlüklerini satacaklar.” [6]

Bu gerçek o kadar şaşırtıcıdır ki, insanların ilk vazgeçtikleri ve sattıkları şey aslında en değerli şeyleri olan özgürlükleridir. Bundan o kadar kolay vazgeçip kendilerini bir otoritenin şemsiyesinin altında sıraya dizerler ki, insan anlamakta güçlük çeker bazen bu davranışı.

Yine Orwell’a bırakalım sözü:

“Kaç parmağımı görüyorsun, Winston?”

“Dört.”

“Peki, Parti dört değil de beş diyorsa, o zaman kaç?”

“Dört.”

Winston acıyla inledi.” [7]

Parti gerçekliği çarpıtabilir, üye parti ne derse ona inanmak zorundadır. Yoksa parti ona işkence dahil her yöntemi uygular, totaliter parti insanların canını bile alabilir.

“Parti, soyunu değil, kendisini sürdürmekle  ilgilenir. İktidarı kimin elinde tuttuğu önemli değildir, yeter ki hiyerarşik yapı hep aynı kalsın.” [8]

Partideki iktidar, egemen klik kalıcı değildir ve değişir sürekli ekipler. En azından insanlar olduğu için kimse sonsuza kadar parti yöneticisi olamaz. Bu bir ekip değişimini zorunlu kılar. Hiyerarşik yapı aynı kaldıkça parti varlığını daha kolay sürdürebilir bu durumda.

Parti, devlete benzer

Foucault ise Partinin devlete benzerliğine dikkat çeker:

“Yalnızca bir hükümetten ibaret olmayan devlete karşı mücadele edebilmek için devrimci hareketin kendini politik-askeri terimlerle devletin eşiti kılması gerekir, dolayısıyla parti halini alması, devletle aynı disiplin mekanizmalarıyla, aynı hiyerarşilerle, aynı iktidar örgütlenmesiyle bir devlet aygıtını -içeriden- model alması gerekir.” [9]

İşte bu da düşmanına benzemek, onu taklit etmektir. Bu kaçınılmazdır. Aynı baskı ve disiplin mekanizmaları bu kez üyelere karşı işletilir. Yukarıda değindiğim gibi disiplin kılıcı her an üyenin tepesindedir ve onu kontrol altında tutar. Onun itaatini böylelikle sağlar parti. Bu sağ, sol, kapitalist, sosyalist-komünist, legal, illegal her tür parti için geçerlidir.

Parti, aslında yukarıdaki karar veren az sayıda kişiden oluşur. Üyeler bu oyunun figüranıdır. Çoğu zaman kendilerine yukarıdan dikte edilen emirlere uymaktan başka bir yol yoktur onlar için.

Şunu da söyleyeyim: Devrimleri partiler değil, halklar yapar. Fransız devrimini ezilenler yapmıştır, burjuvazi öncülüğünde. Rusya’daki 1917 Şubat devrimini işçi ve köylüler yapmıştır. Hiçbir parti öncülük etmemiştir bu devrimlere.

Denilebilir ki parti örgütlenmesine karşı çıkıyorsun, ezilenler nasıl direnecekler egemenlere? Ben de diyorum ki örgütlenmek, düşmanını taklit etmek anlamına gelmez. Parti dışında örgütlenme biçimleri oluşturabilir, hiyerarşinin olmadığı , yatay örgütlenmeler ya da başka biçimler. Burada hiyerarşik olmayan, yatay örgütlenmiş, başkanın yönetimin olmadığı, insanların tamamen katılımını belirleyen doğrudan demokratik ve özyönetimin kullanıldığı bir biçimde üyelerin her anlamda eşit olduğu ve kendilerini fikirlerini özgürce ifade edebildikleri  merkezi olmayan yapılar, organizasyonlar, dernekler, kooperatifler şeklinde örgütlenmeler yapılabilir. En azından bu konuda düşünülüp yeni yollar araştırabilir. Bu düşmanını taklit etmekten daha özgürlükçü bir yoldur kuşkusuz.

Erol Anar

Dipnotlar


[1]  George Orwell: 1984, Can Yayınları, 31. Baskı, İstanbul, pdf,sayfa 235.

[2] Gustave Le Bon: Kitleler Psikolojisi, Hayat Yayınları, Birinci Baskı: Kasım 1997, İstanbul, sayfa 106.

[3] George Orwell, age, sayfa 13-14.

[4] Gündüz Vassaf: Cehenneme Övgü, İletişim Yayınları, 3. Baskı, age, sayfa 56, pdf.

[5] Age, sayfa 32.

[6] Anthony Burgess: Otomatik Portakal, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2019, sayfa 258-259.

[7] George Orwell, 1984, sayfa 276.

[8] Age, sayfa 324.

[9] Michel Foucault: İktidarın Gözü, Çeviren: Işık Ergüden, Ayrıntı Yayınları, İstanbul,sayfa 42.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!