Sevgili Uzaklar,
Ayna gibi misin, cam gibi mi? İyi bir soruydu. Düşünüyorum da, çoğumuz değişkeniz, yani bazen ayna gibi oluyoruz, bazen ise cam… Ayna olduğumuz zamanlarda, ilişkide bulunduğumuz kişiler, bizimle ilgili bir fikre sahip olamıyor ve aslında bizi gerçek anlamda hiç tanımadan ilişkiyi sürdürüyorlar. İlişkimizi bir cam derinliğinde yaşadığımızda ise, ilişki giderek güçleniyor ve derinlere ulaşıyor; ilişki boyutlanıyor, derinlik kazanıyor.
Ayna, korkutucudur, sadece yansıtmakla kalmaz. Aynada bir derinlik vardır, ama yanıltıcı bir derinliktir bu. Sadece görünenin yanılsamasıdır. Bu yüzden ayna duvarın öte yanını gösteremez. Cam ise şeffaftır ve derinliğe uzanır.
Ya sen dostum, ayna gibi misin, cam gibi mi?
Öyle şeffaf olmalı ki için, Venedik’teki dünyaca ünlü cam fabrikası Murano’nun camları gibi yeşile çalan bir mavinin derinliklerinden kendini görebilmelisin. Murano adasında cam ve sanat birlikte yoğrularak bir hamur oluşturulmuş, camın derinliklerine inilmiş. Onun için cam derindir ve insan camın aynasında kendisini olduğu gibi çırılçıplak görebilir diye düşünüyorum.
“Yüzünü görmek için
Tek ayna yeter
Ama onun ardındaki kimliğini görmek için
İki ayna gerekir.” *[1]
İnsanın yüzünün ardındaki kimliğini keşfetmesi için, bence cam gerekir. Cam derinliğinde süzülebilmedir insan kendi iç dünyasına.
Aynalar yalan söylemez derler, camlar da öyledir aslında.
Çoğu zaman iç dünyamıza bir aynanın yanılsamasından bakmayı, bir camın derinliğinden bakmaya tercih ediyoruz. Çünkü eğer camdan bakarsak, iç dünyamızı görebileceğimizi biliyoruz. Kendi gerçekliğimizi bilmekten o kadar korkuyoruz ki, aynaların görünen dünyasına hapsediyoruz ömrümüz boyunca.
Diğer boyutuyla ilişkilerimizde, karşımızdaki insana baktığımızda onun aynasında kendimizi görüyoruz. O da bizim aynamızda kendimizi görüyor. Böylece karşımızdaki insanın iç dünyasını hiç anlamadan ve ilişkide esas değeri kendimize biçerek yaşıyoruz. Böylece sürekli derinlikten yoksun ilişkiler yaşıyoruz, bir anlamda hem kendimizi hem de karşımızdaki kişiyi tüketiyoruz.
Şimdi aynaların sırlarını dökmenin tam zamanı dostum. Biliyorsun ki, sırrı dökülen ayna artık bir camdır ve şeffaftır. Artık o altındaki şeyleri gösterebilir. İçimizdeki aynaların sırlarını dökmeliyiz bu nedenle.
Ayna, aslında camdır ve sonuçta yine cama dönüşür.
Aynanın sırları döküldüğünde, o artık cam olmuştur.
Tıpkı bir ayna gibi sırlarımı döküp, bir cam derinliğinde iç dünyamı görmek istiyorum.
Sevgili Uzaklar,
Su, kimi zaman berraktır ve en derinini bile görebilirsin. Su, camdır. Bazen ise üstüne yansıyan görüntüyü bir ayna edasıyla yansıtır. Su bazen ayna, bazen ise camdır.
Aynalar dış dünyaya ait nesnelerdir; cam ise iç dünyaya. Ayna, bu nedenle kişiye giderek yaşlandığını anı anına hissettirir. Yani bir anlamda aynalar, fiziksel bozulmanın tanıklarıdır. İç dünyasına bir cam şeffaflığından bakan kişi ise, giderek iç dünyasının ne kadar zenginleştiğini hayretle görür. Cam, insanı güzelleştirir.
Anadolu’da, “Su gibi aziz ol.” derler. Ben de diyorum ki kendime sevgili dostum, cam kadar şeffaf, ayna kadar gerçekçi ol.
Ve asla unutma: Önce cam vardı…
Sevgiyle kal.
Ankara
28 Ekim 2001
Erol Anar
[1] Binbir Gece Masalları, Cilt: 271, YKY Yayınları, İstanbul Mayıs 2001, s. 318.