İç Dünyamın Vadilerinde
Vasconcelos’un “Şeker Portakalı” klasik kitaplardandır. Severim, bu kitabı defalarca okudum, zaman zaman açıp tekrar göz atarım. Kitabın bir yerinde;
“Ne var Zeze?”
“Hiç. Şarkı söylüyordum.”
“Şarkı mı söylüyordun?”
“Evet.” “Öyleyse ben sağır olmalıyım.”
İnsanın içinden de şarkı söyleyebildiğini bilmiyor muydu yoksa? Bir şey demedim. Bilmiyorsa bunu ona öğretmeyecektim. (1)
Ama çoğu insan bir iç dünyasının olduğunu bile bilmez.
İnsan asıl olarak kendi iç dünyasında vardır. Dışarıya yansıyan fiziksel görünümü sadece bir imajdır aslında. Denildiği gibi iç dünyasına indikçe derinleşir insan. Ama çoğu insan bir iç dünyasının olduğunu bile bilmez.
İkili ilişkide karşıdaki özneyi duymamak, onu anlamamaya da neden olacaktır bence. Duymak anlamak anlamına gelmez belki, ama duymak anlamanın en önemli şartlarından birisidir. Duymadığın bir insanı anlayamazsın. Burada duymak derken, karşıdaki insan konuşmazken, sessizken bile onu duymayı kastediyorum. Fiziksel olarak duymayı değil.
Bu öyle bir dünyadır ki, senden başka kimse senin iç dünyana giremez. Ancak uzaktan bakabilir insan bir başka insanın iç dünyasına, uzaktan çok az ve sınırlı olarak.
Kendi iç dünyamın vadilerinde soluklanmak bana yeniden ileriye doğru yürüme enerjisi verir ve benim beni içsel olarak rahatlatır.
“Seni öldürmeyen şey, seni daha güçlü kılar.” Nietzsche
Büyük ve sonsuz denizlere açılmak
“İnsanlar hızlı akan yaşam nehrinin yanında
kendilerine küçük bir havuz kazarlar, işte
havuzda kokuşur, o havuzda ölüp giderler.
(2)
İnsanların çoğu Krishnamurti’nin dediği gibi, o küçücük havuzlarında ölürler; hayatları boyunca o küçük havuzun başından ayrılmazlar. Risk almaktan korkarlar, büyük denizlere uzaktan bile bakmazlar; dünyaları küçüktür. O kadar küçüktür ki dünyaları, dünyayı neredeyse o havuzdan ibaret sanırlar.
Hayatım boyunca hep bilinmezliği, risk almayı, uzaklara gitmeyi düşledim; hayatım hep bir macera içinde geçti. Hâlâ da öyle; hayatı bir macera gibi yaşıyorum. Bunun çoğunlukla bu hayatı ciddiye almadığım anlamına gelmiyor; hem de çok ciddiye alıyorum, ama bazen de hiç ciddiye almıyorum. Bunun dengesini kendimce kurduğumu düşünüyorum. Çünkü şunu öğrendim yıllar önce: Özgür olmaya çalışan insan ne kadar büyük denizlere açılır, büyük yolculuklara çıkarsa o kadar özgür olacaktır. Özgürlük beyinde ve yürektedir denildiği gibi. Özgür bir insanı hiçbir şey; hiçbir kelepçe, hiçbir zincir hapsedemeyecektir hep ifade edildiği gibi. Dolayısıyla büyük denizlerde, büyük fırtınalarda büyük alt üst sonuçlarda kendini bulur insan ve özgürleşir; özgürlük sonsuzdur; büyük okyanuslar ve denizler de öyle.
Risk almaktan korkmayan insan büyük denizlerde açıldıkça yolculuk yaptıkça özgürleşecektir ve özgürleştikçe de yolculuk yapacaktır. İfade edildiği gibi bir yolculuktur sadece; ama çoğu insan o yolculuğun farkına bile varmaz ne yazık ki.
Ne mutlu o insanlara; o büyük denizlere çıkmaktan korkmayanlara. Hayatın Sinbad’ı olanlara.
***
Bu sene 60 yaşıma gireceğim. Artık bundan sonraki hayatımda bir dakikayı bile gereksiz insanlara, gereksiz diyaloglara, gereksiz tartışmalara, gereksiz yerlere ve gereksiz olan herhangi bir şeye ayırmayacağım. Bir dakikam önceden olduğundan 100 kat daha değerli. Hiç kimseyle bir tartışmaya girmemeye çalışacağım. Kendi fikirlerimi ortaya koymaktan kaçınmayacağım, ama bunu insanların kabul etmesi için en küçük bir çaba harcamayacağım. İnsanlar ne düşünürse düşünsünler, beni hiç ilgilendirmiyor.
Sadece sevdiğim şeyleri yapacağım. Zaten bunları yapmaya çalıştım, ama şimdi daha büyük bir heyecanla bunu yapacağım. Kolayına kaçmadan düşünürsek, aslında hayatımızın çoğunu gereksiz şeylere harcadığımızı görebiliriz. Bundan sonra sevmediğim hiçbir filmi bir dakika bile izlemeyeceğim, sevmediğim kitabı anında bırakacağım. Bazen inat edip okumaya çalışırdım. Sevmediğim kişiye o an “Hoşça kal” diyeceğim. Bazen nezaket icabı bunu söylemezdim; bundan böyle tavsiye edildiği gibi daha çok “hayır” diyeceğim, daha az “evet”.
Kendimi öncekinden daha güçlü hissediyorum hayatın karşısında. Hayat bu zamana kadar beni yere devirip orada tutmayı başaramadı, kendi ayaklarım üzerinde durabildim, kimseye sırtımı yaslamadım. Dolayısıyla bundan sonra çok daha güçlü olacağım, çünkü Nietzsche’nin dediği gibi “Seni öldürmeyen şey, seni daha güçlü kılar.” (3)
Hayat bu zamana kadar beni öldürmedi ve daha güçlü kıldı.
Erol Anar
1 Ocak 2025, Paraná.
Fotoğraf: Keenan Constance (Pexel)
Dipnotlar:
1. Şeker Portakalı: José Mauro de Vasconcelos.
2. Jiddu Krishnamurti: İç Özgürlük.
Nietzsche: Ecce Homo.