Gece Notları: Mutlak doğruya olan ölümcül tutkumuz bizi tüketiyor

Gece Notları: Mutlak doğruya olan ölümcül tutkumuz bizi tüketiyor

Oysa her şeyin kesinliğinden ne kadar eminizdir?

Mutlak Doğru

Bir yazar şöyle yazıyor: “Hiçbir șey belirsizliği kesinlik kadar besleyemez.” (1)

Oysa her şeyin kesinliğinden ne kadar eminizdir? Hakikatin, doğrunun, gerçeğin bize ait gördüğümüz kısmının mutlak olduğundan kesin olarak emin değil miyiz? Ve bu kesinlik bize her şeyi, onu anında açıklayacak formüllere indirgememize yol açar. Bütün hakikati tek bir kelimeyle açıklarız. Bütün  savaşları, o bölgesel çelişkileri, bin yıllardır devam eden çatışmaları, her şeyi tek bir kelimeye indirgeyip açıklarız. Ve bunu o kadar kesinlikle yaparız ki hızımıza kimse yetişemez.

Aslında bu, düşünmememizden kaynaklanan bir durumdur. Olguların, kavramların, olayların kendi içindeki özgünlüğünü ve ilişkisini sorgulamadan; konjonktürel ve tarihsel gerçekliğini ortaya koyup analiz etmeden her şeyi formüllerle açıklar ve formüllere indirgeriz.

Ve işin ilginç yanı, ne kadar da bunların doğruluğundan eminiz. Ve bu da aslında bizi tamamen bir belirsizliğe iter, farkında olmasak da.
İdeolojiler, inançlar, dünya görüşleri v.s. aslında birer mutlak doğru arayışıdır ve mutlak doğrunun bireye ve kitlelere bir nevi empoze edilmesidir.
Yalnızca mutlak doğruya, hakikate, kendi gördüğü gerçekliğe inanan insan, diğer insanları küçük görür; onları kurtarılması, aydınlatılması gereken varlıklar olarak kendi mantalitesinde betimler. Tabii ki bunu yapacak olan kişiler de o ve onun gibi düşünenlerdir.


Mutlak doğruya olan ölümcül tutkumuz biz insanları tüketiyor. Bilinmezliğe olan korkumuz nedeniyle sığındığımız kesinlik ve mutlak doğrularımız bizi bir bilinmezlik okyanusunda boğuyor, yok ediyor veya anlamsız kılıyor. İşin trajik yanı ise bunun farkına varmamamızdır.

Yalnızca mutlak doğruya, hakikate, kendi gördüğü gerçekliğe inanan insan, diğer insanları küçük görür; onları kurtarılması, aydınlatılması gereken varlıklar olarak kendi mantalitesinde betimler.

Üçüncü Yol

İnsanlığa aykırı her davranış için, “Kim yapmış?”, “Niye yapmış?”, “Yalan!”,  “O dönemin konjonktürü ve yerin koşulları v.s.”  gibi cümleler kurmadan önce “Eğer bu doğruysa kim ve ne için yaparsa yapsın buna karşı çıkıyor ve kınıyorum.” demek insanlığın ilk adımıdır. Birinci dereceden sorumluları görmezden gelip, sadece tek tarafı eleştirmek de vicdan sahibi olmak değildir. İnsanların acılarını kendi ideolojisine ya da dinsel inancına kurban etmek de öyle…
“Ama…” demeden önce biraz vicdan sahibi olmak gerekir. Ondan sonra neyi ve kimi eleştiriyorsan eleştir, önemli değil.
Bir insanın en büyük yanlışlarından birisi iki yanlıştan birisine kendisini taraf olma gerekliliği duymasıdır bilindiği gibi. Oysa yanlış yanlıştır kim yaparsa yapsın; hangi “yüce” amaçla olursa olsun. Hep denildiği gibi üçüncü bir yol her zaman vardır. İşte bu yol ideolojilerden ve inançsal kaygılardan arınmış saf vicdanın yoludur.
Üçüncü yollarda her zaman daha az kişi vardır. Çünkü insan genel olarak taraf olmayı seçer: İki taraftan birisini tercih eder ve kendisi gibi düşünüp, kendisini destekleyenlere ihtiyaç duyar. İnsan yalnız olmaya tahammül edemez hep ifade edildiği gibi.

Kendi içine saklanmak

“Kendi içine saklananı kimse bulamaz.” diye yazmıştım bir zamanlar.

İnsan bazen toplumdan, diğer insanlardan her şeyden ve herkesten uzaklaşmak ister ve kendisine çekilir. En yakınındaki insanlardan bile saklanır, fiziken orada olsa bile ruhen yalnız hisseder kendisini belki. Arkadaşlarından, dostlarından her şeyden çekilir ve ilişkileri kendi akışına bırakır; denildiği gibi zorlamak ilişkileri yıpratır çünkü. Çünkü hassas insan yaralıdır her daim ve kırgındır her şeye ve herkese. İçinde bir yerlerde tamir edilemeyecek, iyileşmeyecek yaralar ve kırılganlıklar taşır. O, bu dünyada en çok sevdiği insanla yan yana yaşasa bile; içinde bir yerlerde yalnız olduğunu her zaman bilecektir ve yalnız ölüp sonsuzluğa karışacağını da.

Çünkü hassas insan yaralıdır her daim ve kırgındır her şeye ve herkese.


İnsan iç dünyasından taşan her şeyi paylaşmaya çalıştığında bile paylaşamadığı, paylaşamayacağı çok şey kalacaktır geriye.
İnsanın kendi iç dünyasından uzaklaşmasının en iyi yolu -maddi ya da manevi-  bir şeylere anlam yüklemesidir. İşte inançlar, ideolojiler ve başka şeyler buna hizmet ederler.
Fernando Pessoa şöyle yazıyor: “Kendimle arama sızan bu mesafe neyin nesi?” (2)
İşte bence “insanla kendi arasına sızan bu mesafe” anlamdır; insan bir şeylere ne kadar çok anlam verirse, kendisi ile arasındaki mesafe de o kadar çok artacaktır.
İnsan iç dünyasından uzaklaştıkça daha da keskinleşir ve artık her şeyi bildiğini diğer insanları tanıdığını düşünür ve işte bu da en büyük yanılsamasıdır onun. İnsan her şeyin anlamsız olduğunu anladığında, kendi iç dünyasına bir o kadar yakınlaşacaktır.

Erol Anar

14 Aralık 2024, 14:30, Paraná.

Dipnotlar

  1. Adam Phillips: “Değişmeyi İstemek Üzerine”, Ayrıntı Yayınları, Çev: Aydın Çavdar, İlk yayın tarihi: Mart 2021, İstanbul, s. 66.
  2. Fernando Pessoa: Başıboş Bir Yolculuktan Notlar, Kırmızı Kedi Yayınları, İstanbul, Çev: Işık Ergüden, s. 78.

Görsel: thevibrantmachine (Pexel)

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!