Fuat, Karşıyakalı bir arkadaşımızdı, daha önceleri tanışmıyorduk onunla. Onlar Değirmen’in bahçede karşıda olurlardı, biz ise Tersakan ırmağının Dörtyol tarafında takılırdık. Hatta bir ara kavga bile etmiştik Karşıyakalılarla orada. Ama sonra dost olduk, onlar da devrimci çocuklardı. Daha sonraları Fuat’ın babası Dörtyol’da bir birahane açmıştı, bu nedenle o da bizim gibi Dörtyol’a takılmaya başladı.
Ayrıca Fuat, bizim mahalleden çocuklarla da okul arkadaşıydı. Böylece o da Aşağı Mahalle’ye, bizlere takılmaya başladı. O da bizim grubumuzun üyelerinden birisi oldu.
Fuatlar daha sonra Karşıyaka’dan Cebeci’nin oradaki bir apartmana, teyzemlerin oturduğu binaya taşındılar ve böylece daha da yakın arkadaş olduk onunla. O okuldan sonra birahanede çalışırken, biz de bazen onun yanına uğruyor, balkona oturuyor ve Dörtyol’a bakarak birkaç bira içiyorduk.
Fuat, kısa boylu, genelde saçlarını kısa kestiren, inatçı ve güvenilir birisiydi, dostlarını satmazdı. Cebinde ne kadar parası varsa hep dostlarıyla paylaşırdı. Ama inadına da diyecek yoktu; en küçük bir yanlış ve hatayı affetmez, sabreder günü geldiğinde intikamını alırdı mutlaka. Biz ise hemen unuturduk, kin gütmezdik. İnatçı bir Çerkes idi o. O da bizim gibi asla boyun eğmez, hep dik dururdu.
Bir gün Fuat arkadaşlarıyla Tersakan’da yüzerken, birden tanıdık bir sesin,
“Fuaaat, Fuaaaat!” diye seslendiğini duyar. Sesten tarafa baktığında ağabeyi Osman’ı birkaç arkadaşıyla birlikte görür.
Osman onu eliyle yanına çağırmaktadır. Fuat ırmaktan çıkar, vücudundan sular süzüldüğü halde ağabeyinin yanına koşarak gider. Merak etmiştir.
Fuat ağabeyinin yanına varır varmaz, Osman bir anda ona iki tokat atar. Fuat şok olmuştur, hiç sesi çıkmaz, gözünde yıldızlar uçuşur bir anda.
“Burada serseri gibi yüzüyorsun ırmakta. Eve git ekmek alacaksın, alışveriş yapacaksın. Seni bekliyorlar” dedikten sonra Osman arkadaşlarıyla birlikte yürür gider.
Fuat’ın gözyaşları istem dışı olarak yanaklarından süzülmektedir. Arkadaşlarının yanında küçük düşürmüştür ağabeyi onu.
İntikam yemini eder içinden ve sessizce giyindikten sonra eve doğru yürür.
Olayın üzerinde dört beş gün geçer, Osman çoktan unutmuştur bu olayı. Bir sabah Fuat erkenden kalkar ve giyinir. Ağabeyinin uyuduğu odanın kapısını açar. Osman horlamaktadır, derin uykudadır.
Fuat’ın gözü kanapenin üzerindeki saza (bağlama) takılır. Gülümser bir anda. Sazı yavaşça eline alır ve Osman’ın kafasına nişanlar. Kaldırıp bir anda onun kafasına vurur saz ile. Sazın teknesi ikiye ayrılmıştır. Fuat’ın elinde sapı kalmıştır yalnızca ve de kopan teller.
Osman bir anda,
“Anam öldüm, ne oluyor lan? Offf!” diyerek uyanır, Kafasında bir ton ağırlık vardır sanki, şiddetle ağrımaktadır.
Fuat hemen evden kaçar, ayakkabılarını da eline almıştır. Böylece serseri gibi akşama kadar gezer sağda solda. Aç kalır hatta. Akşam olduğunda bile eve gitmeye cesaret edemez. Evin yakınında kapıyı gözetler; birden babasının eve doğru geldiğini görünce, hemen babasının yanına gider.
“Babaaa, babaaa!” diye bağırır.
“Ne oldu oğlum?” der babası.
Fuat kısaca ona o gün olanları anlatır.
Babası kızmamıştır, anlayışlı bir şekilde başını sallayarak gülümser:
“İyi yapmışsın eline sağlık. Sazın sesinden uyuyamıyorduk, gece yarılarına kadar saz çalıyor bu çocuk.” der.
Fuat, rahatlamıştır babasının bu tepkisi karşısında. Onunla eve girer o akşam. Osman ile birkaç gün konuşmazlar. Ama babası ona yeni bir saz almıştır, Osman böylece olayı unutur.
***
Daha sonraları Fuat ailesi ile birlikte Samsun’a göçer, orada resim öğretmenliği bölümünü bitirdikten sonra öğretmen olur ve Samsun’da kalır. Bir dönem Pertek’e tayin olmasına rağmen, tekrar Samsun’a döner. Orada öğretmenlik yaparken bazen de arada sırada Havza’ya gidip gelir Fuat.
Bir gün yine Havza’ya gider. Dörtyol’daki postanenin önündeki telefon kulübesinden bir arkadaşına telefon etmek istemektedir. O sırada telefon kulübesi doludur. Fuat beklerken beş on dakika geçer. Fakat kulübedeki genç çocuk hiç acele etmemektedir.
Fuat kızgın bir ses tonuyla,
“Yeğenim acele et, işim var.” der.
On beş – on altı yaşlarında görünen çocuk kafasını çevirerek ona efelenir, el hareketi yapar:
“Ne diyorsun lan sen, bekle.” der.
Fuat şaşırmıştır, bacak kadar çocuk ona kafa tutmaktadır, hem de Dörtyol’da, kendisinin eski mekânında.
Çocuğu kolundan çeker kapıyı açıp ve iki tokat atar.
“Ne biçim konuşuyorsun lan sen, efendi ol!”der.
Bu kez şaşıran çocuk olmuştur.
“Nerelisin lan sen?” der Fuat’a.
Fuat da ona,
“Adanalıyım lan ben, Adanalı.” der.
“Sen birazdan görürsün.” der çocuk ve koşarak Dörtyol’da uzaklaşır. Fuat o anda olayı unutur, içeriye girer telefon açar, ama arkadaşlarını da bulamaz. Başka yerleri aramaya çalışır, ama kimseyle konuşamaz.
Kulübeden çıkarken birden birkaç kişi Fuat’ın önünü keser.
Bakar ki demin tokatladığı çocuk onu eliyle birisine işaret ediyor:
“İşte buydu Ferhat ağabey beni tokatlayan, Adanalı bu.” der.
Birden Fuat adamı tanır, bu Dörtyol’dan yıllardır tanıştığı simsar Ferhat’tır.
Ferhat da onu tanımıştır.
“Vay kardaş, hoş geldin” dedikten sonra ona sarılır.
“Sağ ol Ferhat.” der Fuat.
“Gel çay alayım kardaş, biraz sohbet ederiz.” der Ferhat.
Böylece Dörtyol’da Neco’nun kahvehanesine doğru yürürlerken, tokatlanan çocuk şaşırmıştır.
“Ferhat ağabey beni tokatladı bu.” der.
Ferhat ona doğru gülümser ve,
“Oğlum bu ağabeyin Adanalı değil, öz be öz Havzalı. Havzalı’ya yanlış yapmayacaksın. Yanlış yaparsan ağabeyine tokatlar tabii. ” der.
Böylece Neco’nun yerine oturup çay içip biraz sohbet ederler. Dörtyol’da bir gün daha böyle geçmiştir.
Erol Anar
Henüz yayınlamadığım “Aşağı Mahalle” başlık kitabımdan bir öykü.
© Copyright 2020 erol anar
Not: Fotoğraf semboliktir…