Tersakan Cumhuriyeti

Mahallemiz yani Aşağı Mahalle, Havza’nın o zamanki en canlı merkezi olan Samsun – Ankara karayolu üzerindeki Dörtyol’un hemen arka tarafına konumlanmıştı. İki blok sonunda ise arka taraftan bahçeler başlardı ırmağa kadar. Bu bahçelerin devamında ise ırmak vardı. Ve daha sonra bahçeler Karşıyaka’da devam ederdi. Irmak, Karşıyaka ile Aşağı Mahalle’nin sınırını belirlerdi. Irmak kenarı, bizim özerk cumhuriyetimizdi.

Buraya okuldan sonra arkadaşlarımızla giderdik. Bazen top oynar, bazen ırmakta balık tutar, yüzerdik. Zaman zaman ise ırmak kenarında özellikle evden götürdüğümüz malzemelerle menemen yapar, bazen ördek kızartırdık. Bazen bakkal Nurettin amcadan yumurta ve ekmek, manavdan domates, biber alıp evden de küçük tüp ve margarin götürür ırmak kenarında menemen yapardık. O menemenin lezzetini hiçbir yerde bulamazdık. Ne evdeki yemeklerde, ne de restorandakilerde. Sıcak sıcak orada menememizi yer, üstüne de sigaramızı tüttürürdük.

Çoğu zaman ise sigara içerek sohbet ederdik burada, yani ırmak kenarında;  genellikle büyüklerin gelmediği bir yerdi burası. Bira içtiğimiz de olurdu ara sıra. Bu yüzden tam özgürlüğümüz vardı bu bahçelerde.

Bazen ise Atçı Sali, ırmak kenarına, elma ağaçlarına yakın bahçeye atlarını salar ve giderdi bir süreliğine.  Ve biz bazen bu atları sürerdik orada. Bir gün Canpolat bu atlardan birine binerek Dörtyol’a kaçmıştı. Bazen de attan düşerdik.  

Irmak kenarındaki bu bahçelerde daha çok elma ağaçları vardı;  ırmağın tam kenarında ise büyük bir ceviz ağacı; ona kadar uzanan bir çizgi üzerinde ise sıra sıra uzun kavak ağaçları vardı. Biz daha işte bu çok ceviz ağacının altında oturduk. Bazen cevizler olmadan, yeşil cevizleri taşla kırar, içindeki ham meyveyi yerdik. Elimiz yüzümüz yemyeşil olurdu böyle zamanlarda. Hayatın kokusuydu bu bizim için sanki.

Bu ceviz ağacının önündeki bahçe,  bir ara top sahasına dönüşmüştü. Daha sonra ise bahçenin sahibi tarlayı sürmüş ve patates, domates ekmişti buraya. Biz ise oradan patates ve domates alır, bunları köz yapar, yerdik.

İlgi alanımız sanat ve özellikle de edebiyat idi. Özellikle ben sanat ve edebiyat ile ilgili her şeyi okurdum. Evde roman boldu, özellikle de dünya klasikleri. Sanat ile ilgili bazı mecmua ve kitapları ise Muammer halam vermişti bana. Onların hepsini su içer gibi okuyup, arkadaşlarımla sohbet etmiştim bu konuda.

Irmak, sanki bizim öğretmenimizdi, hep onun kenarında, ona yakındık.

Sigara ise en sevdiğimiz alışkanlığımızdı. Tam bir sigara uzmanıydık  o sıralar. Kaçak Kent’den yabancı sigaralara, Samsun’a, Birinci’ye, Ikinci’ye, Harman’a kadar birçok değişik sigara içerdik ırmak kenarında. Paramız olduğu zaman yabancı sigara alır, olmadığı zaman ise Birinci içerdik; ortalama bir günde ise sarı filtreli Samsun olurdu cebimizde.

İşin raconu ise şuydu: Cebinde yabancı sigara paketi olduğu zaman, bir paket de Birinci ve ayrıca bir paket Samsun olurdu. Orada adamına göre muamele yapardın: Yakın arkadaşınsa yabancı sigaradan verirdin, eğer çok yakın arkadaşın değilse Samsun tutardın. Eğer sadece tanıdık ise ise ya da çok hoşlanmadığın biri ise zuladan Birinci paketini çıkarır, ikram ederdin. Yani bazen böyle üç değişik marka paket sigarayı aynı anda üstümüzde taşırdık değişik ceplerde olmak üzere.

Yabancı sigaraların ambalajlarını ve kokusunu çok severdik, paketi açtığımızda koklardık ilk iş olarak. Baş döndürücü gelirdi bize bu koku o zamanlar.

“Viski ile çiğniyorlar bunun tütününü moruk.” derlerdi o zamanlar bu koku için.

O koku çok hoşumuza giderdi ve bir de renk renk güzel ambalajlı sigara paketleri. Tabii içimi de bize çok daha güzel gelirdi bu sigaraların.

Babam bizim dükkânda kaçak yabancı sigara ve viski satardı tezgah altından o zamanlar. Çünkü yasak idi. JB, White Horse, Johnny Walker gibi viskileri hatırlıyorum. Ayrıca karton karton yabancı sigara gelirdi. Bunu gizlice kasa altından satardık. Ben çoğu zaman bir paket Marlboro, Kent ya da başka marka sigarayı çorabıma koyar götürürdüm gizlice içmek için.  Viski ilgimi çekmezdi çocuk yaşta olduğum için. Irmak kenarında götürürdüm bazen sigara, arkadaşlarımla içmek için.

Bazen ise Erkan, Kamil dedesinin yabancı sigara koleksiyonundan bir paket sigara çalar getirirdi. Aslında sigaranın paketini almaz, içinden sigaraları çıkarır ve paketinin içini de kağıt ve başka malzeme ile doldururdu. Baktığınızda bir paket yabancı sigara gibi görünürdü, ama çoğunun içi boştu, biz içmiştik. Böyle beraber paylaşarak içerdik sigaralarımızı.

Çoğu yetişkin Birinci sigarası içerken, biz bazen de olsa yabancı sigara içmekten zevk alırdık çocuk olarak.

Bu ırmak kenarındaki ceviz ağacının tam karşısındaki bahçeye ise “Değirmen’in Bahçesi” derlerdi. Burası ise Karşıyakalı çocukların egemenlik alanı idi. Buradan yukarıdan aşağıya doğru “hark” denilen ince bir kanal ırmağa doğru akardı. Bazen balık tutardık bu hark’ta.

Bu çocuklarla, yani Karşıyaka çocuklarıyla bazen kavga eder, bazen ise arkadaş olurduk. Onlar da bizim gibi devrimci çocuklardı, bu yüzden sonunda arkadaş olduk, bazen onlar bizim yana geçerlerdi, bazen ise biz Değirmen’in bahçesi’ne giderdik onları ziyarete.

***

Mahallemizde bir de benimle aynı yaşlarda olan Tanju vardı. Tanju bizim yakın arkadaşımız değildi, bize ara sıra takılırdı. Ama bir gün hatırlıyorum ırmakta yüzüyorduk, tam ceviz ağacının önündeki yerde. O noktada ırmağın altından çıkan bir ağaç kalıntısı vardı, suyun üstünde dururdu bu kütük. O gün Tanju suya atlayayım derken, birden o kütüğün üstüne düşerek alnını vurdu ve çok kan akmaya başladı.  Hemen biz onu sudan çıkardık ve kenardaki tişörtünü alnına tampon yaptık kanı durdurmak için. Sonra evine götürdük, oradan hastaneye götürdüler ve alnına dikiş attırdılar o gün.  Aynı gün de taburcu edildi.

Irmağın o noktasında yüzmeyi severdik biz, tam Tanju’nun kafasını vurduğu yerde bazen yılan bile olurdu. Bir de su köpeği denilen bir hayvan çeşidi yaşardı ırmakta. Bazen ırmakta görürdük bu fok balığına benzeyen, ama ondan daha küçük olan hayvanı.

Bazen mahalledeki arkadaşlarımızla iki takıma bölünür, futbol maçı yapardık. Bu maçlardan birisini hatırlıyorum. Tam Aylaların  evinin yanındaki boş arsada yapmıştık bir maçı. Kâfirspor ile Müslümspor maçı idi. Müslümspor’da Sinan, İsa, Metin, Can vardı. Kâfirspor kaptanı ve kalecisi ise bendim. Kâfirspor’da ise hatırladığım kadarıyla ben, Paşa ve Şamil vardık. Diğerleri hangi takımda idi hatırlamıyorum. Bu takım isimleri esprili bir yaklaşımdı, yoksa aramızda hiçbir konuda bir ayrım yoktu. Farklı konulardaki farklı düşüncelerimiz arkadaşlığımıza engel olmazdı.

Erol Anar

Henüz yayınlamadığım kitabım “Aşağı Mahalle Öyküleri”nden. Bütün hakları saklıdır. © erol anar

Share this content:

Seja o primeiro a comentar

Faça um comentário

Seu e-mail não será publicado.


*