“Yumurtalar, deterjanlar, margarinler falan onlarla uğraşıyorum. Para biriktirip yeni bir araba alıp Türkiye’ye gidiyoruz ziyarete. Akrabalara hava atıyoruz. Arabamın ne kadar az benzin, mazot vs… yaktığından, dizelliğinden falan söz ediyormuşum geceler boyu. Edebiyat, sanat, felsefe bunların yerini para, yumurta, benzin hesabı almış düşünsene. Sonra bakarsın Akdeniz’den bir yazlık, kim bilir. Böyle bir hayat.”
Tag: Erol Anar
Akdeniz Anıları (13)
Neyse sonunda Aspendos’a ulaştık. Rehberimiz eşliğinde geziyorduk antik kenti. Antik bir kent olan Aspendos, M.Ö. 10. yüzyılda Akalar tarafından kurulmuş. Buradaki ünlü tiyatro ise, M.S. 2. yüzyılda Romalılar tarafından inşa edilmiş Kılavuzumuz bu bilgileri bize geçiyor gezerken. Etkileyici bir tarihsel alan. Özellikle buradaki açık hava tiyatrosu çok büyük ve etkileyici sağlam bir yapı olarak günümüze kadar gelmiş.
Akdeniz Anıları (12)
Tam Türk filminin içine düşmüştüm, istemeden de olsa. Gerçekten hayatın içinde filmlerden çok daha abartılı sahneler yaşanıyordu, ama çoğu zaman bunlar dikkatimizden kaçıyordu. Akşama yine balkonda oturdum yalnız başıma, bir bira açtım kendime, sigara da yaktım, sonra Demet’i aradım.
Akdeniz Anıları (11)
“Amerikan edebiyatı çok ilgimi çeker çocukluktan beri. Rus edebiyatı daha aristokrattır, seçkincidir özellikle Dostoyevski, Tolstoy döneminde. ‘Gümüş çağ’ derler o döneme. “Altın çağ” ise Puşkin’lerin dönemidir. Bence ise tersidir. Altın dönem bence Dostoyevski, Turgenyev ve Tolstoy’ların yaşadığı dönemdir. Ama Amerikan edebiyatı daha bireycidir, ‘küçük’, sıradan insanların serserilerin, marjinallerin, öyküsünü anlatır. Yani hiç de aristoktat değildir. Steinbeck, Jack London, Faulkner, Hemingway vs… bunlarla büyüdük biz. Onların o gözüpek maceracı kahramanlarına özendik.
Akdeniz Anıları (10)
Ertesi gün kalkınca, bir daha ada bara gitmemeye karar verdim. O yavşakların yüzünü görmek istemiyordum bir daha; ne garson Ramazan, ne şef garson Ahmet, ne de müdürün… Zaten üç-dört gün sonra bu hotelden ayrılacaktım.
Kahvaltıdan sonra dizüstü bilgisayarımı yanıma alarak otelin arka bahçesine doğru yürüdüm; orada arka tarafta bir tropik bar vardı, plaja yakın. Birkaç da masa vardı tropik barın bahçesinde, gölgelik çok güzel bir yerdi ağaçların altında. Sakindi de.
Akdeniz Anıları (9)
Hotelin bahçesinde her akşam defile, canlı müzik vs… etkinlik oluyordu. Bir gece bakayım dedim, neler yapıyorlar insanlar. Bahçenin bir yerinde küçük bir sahne vardı. Orada defile vardı o akşam, defileden sonra ise canlı müzik. Ben de odamdan iki bira almıştım yanıma. Arkalarda bir yere yalnız oturdum. Sigara ve bira içerek sessizce insanları izledim biraz orada. İnsanlar dans ediyor, ya da kollarını dalga gibi iki yana sallayarak şarkılara eşlik ediyorlardı. Popüler bir şarkı iki üç kez çalmıştı o akşam.
Akdeniz Anıları (8)
Hotel müdürünün ayağıma kadar gelerek, yazıdan vazgeçmemi rica etmesine şaşırmamıştım. Yazmanın, kalemin gücünü iyi biliyordum. Çünkü iktidar ve güç sahibi insanların en büyük korkusu imajlarına yönelik eleştirilerdi. Bu yüzden hayatım boyu belediye başkanlarıyla, devletle, iktidar sahibi güçlerle kalemimle, yazarak mücadele etmiştim kendi çapımda. Özellikle gazete yazıları yazıyordum, çünkü en korktuk
Akdeniz Anıları (7)
Ramazan gibi prototiplerin esas problemi, insanları birer insan olarak değil, bir çıkar aracı olarak görmeleridir. Bunlar hayatın tek amacının karnını doyurmak ve artarsa da üste para biriktirmek olduğunu düşünürler, hırsla para elde etmek için her şeyi yapabilecek kapasitede insanlardır. Çünkü onlara öyle öğretilmiş, bunlar köylü kurnazları. Ama her köylü böyle değil; bu yoksulluktan da kaynaklanmıyor. Bu aslında karakter yoksulluğudur, çünkü yoksulların hepsi de böyle değil.
Akdeniz Anıları (6)
Ertesi gün ada bardayım yine, bir kutu meşrubat istedim Ramazan’dan, baktım bardak ile getirdi meşrubatı bana. İki litrelik pet şişeyi açıp, oradan isteyenlere bardak bardak veriyorlarmış onu fark ettim o an. Bir yudum aldım koladan tükürdüm, çıkardım ağzımdan. Şerbet gibiydi, şişenin sonunu koymuş.
Akdeniz Anıları (5)
Tam Dostoyevskilik sefil, aşağılık, gücün, paranın karşısında eğilip bükülen tipler. Tabii ki tüm garsonlar öyle değildir. Ama benim orada tanıdıklarımın çoğu böyleydi.
Ama gözlemlemeye devam ediyordum onları.