İnsan yapayalnızlığında tıpkı bir ordu gibi çoğalabilir ve bundan aldığı güçle topluma, sisteme her şeye karşı ayakta durabilecek güce erişebilir.
Eğer insan kendi gerçeğini, hakikatini arıyorsa bunun verdiği güçle ayakta durmayı başarıyor ve yalnız yürümekten mutsuz da olmuyor. Aksine bundan mutluluk duyuyor. Ben de yalnız yürümekten mutluyum.
O kadar çok iktidar biçimi vardır ki hayatımızın içinde her yer ve her ilişkide buna alışmışızdır ve farkına bile varmayız. Bunlar mikro iktidarlardır. İktidarın farkına bile varmayız çoğu zaman, ona tabii olduğumuzun. Özgürmüşüz gibi yaparız. Örneğin sosyal medyaya bir bakalım. Buradaki özgürlüğümüz büyük sosyal medya şirketlerinin izin verdiği yere kadardır. Evet, birçok devlet ve siyasal iktidardan daha fazla özgür bir alan olarak görülür. Ama özünde öyle değildir. Bizim her paylaşımımızı yapay zekâ aracılığıyla denetler ve gerektiğinde paylaşımı bloke ederler.
Tek bir kitap, hatta tek bir cümle, hatta özgürlük gibi bir kelime bile yeri gelir, sizin kafanızda bir ömür boyu oluşturduğunuz paradigmayı iflas ettirmeye yeter. Bu aslında uzun bir sürecin bir anda ve bir noktada patlamasıdır.
Toplumsal tiranlığın önemli bir özelliği de, düşüncesini zorbalıkla dayattığı gibi, kendi düşünce ve inancının dışında hiçbir düşünce ve inanca yaşam hakkı tanımamasıdır. Bu da toplumun tektipleşmesine, onun üzerinde dogmatik, inanç, tabu, gelenek ve düşüncelerin egemen olmasına neden olur. Ve hoşgörüsüzlük toplumun tüm kesimlerine yayılır.
Hiç kimseyi büyütmeye, yukarıya koymaya değmez. Ben bunu öğrendim hayatım boyunca. Ayrıca şunu da: Birisi yukarıya koyarsa bundan kork, çünkü her an aşağıya da koyabilir. Onun için hiç kimsenin beni yukarıya koymasını istemem. Ne yukarıya, ne aşağıya; bulunduğum yere ait olmak isterim sadece.
“Gerçek detaylarda gizlidir.” derler. Ben de düşünüyorum ki, hayat da belki nüanslarda gizli. Ne kadar nüansı keşfedersek hayatın içinde o kadar çok mutlu olabiliriz belki.
O zaman özgür ve eşitlikçi toplumu, go oyununa benzetebiliriz. Burada taşlar arasında bir hiyerarşi yoktur. Halbuki kapitalist sistem ve reel sosyalizm de satrança benzer. Burada taşların hareketleri sınırlıdır ve aralarında hiyerarşi vardır.
Başkalarına yapılan haksızlıklara, gözü dönmüş şiddete çifte standartsız, ve kıyaslamadan yaklaştığımızda ve karşı çıktığımızda, – hatta bu bir insan değil, bir ağaç, ya da bir hayvan olsa bile- işte o zaman adaletli olmaya da yaklaşmış olacağız.
Çünkü merkezileşmeye bir emir komuta zincirine yani hiyerarşiye ihtiyaç duyar. Bu anlamda yukarıdan aşağıya hiyerarşik bilimde örgütlenmek gerekir merkezileşmede. İşte bu nedenle anarşizm, merkezileşmeye karşı çıkar, onu otoriter bulur. Bu da doğrudur. Çünkü otoriter olmaması düşünülemez merkezi hiyerarşik bir örgütlenmenin.
Nevrotik ideolojiler bireyi ezer, ona değer vermezler. Genelin içinde onu eritir, tektipleştirirler. Ya da kapitalizmin yaptığı gibi onun özgün değerlerini yok ederek bir robota dönüştürürler. Kapitalizm bireyin özgün ruhunu yok etmiş ve onu hastalıklı, nevrotik bir kişiliğe dönüştürmüştür.