Entelektüelin İşlevi Ne Olmalıdır?

Bugünkü kitabımız Michel Foucault’dan “Entelektüelin Siyasi İşlevi”. Foucault bu kitabında entelektüel kavramına, klasik Marksist yaklaşımdan çok fatrklı bir boyutta yaklaşıyor. Entelektüelin -Marksist yaklaşımda olduğu gibi- kitlelere öncülük etmesi gereken rolünü reddeder. Foucault’ya göre kitlelerin entelektüelden öğreneceği bir şey yoktur. Burada onun dikkat çektiği kitlelerin bilinci değiştirmek, ya da onları “bilinçlendirmek” sorunu çözmeyecektir. Yapılması gereken “hakikati üreten siyasi, ekonomik, kurumsal rejimi değiştirmektir.” ona göre. Tabi burada hakikat, üretilen ve rejimi, sistemi devam ettirmek amacıyla sürekli gündeme getirilen bir şey, daha doğrusu sistem kendi “hakikatini” üretiyor. Ve kitlelere önü tek “hakikat” biçimi olarak sunuyor. Aslında bu hakikat değil, yalan ve manipülasyon üzerine kurulu üretilmiş bir fenomendir Kitleler de bunu a priori biçimde kabul ediyor.

Devamını okuyunuz...

Bana Kendi İnancını, İdeolojini, Düşünceni Dayatma!

Bana ne senin neye inandığından, ne düşündüğünden. Ne düşünürsen düşün, kime taparsan tap, neye ibadet edersen et, hangi ideolojiye inanırsan inan, neyi kutlarsan kutla, neye ağlarsan ağla; ama bana dayatma bütün bunları. Kendi dünyanda istediğini yap, istediğini yaşa benim dünyamın sınırlarını çiğneme. Çünkü benim dünyam yalnızca bana aittir. Ben bir başkasının kölesi değilim, kendi dünyamı çiğnetmem.

Devamını okuyunuz...

Hiçbir şey ve Hiç Kimse Benden Yukarıda Değildir

Özgür olduğumuzu, özgürlük için mücadele ettiğimizi düşünürüz hep. Oysa herkesten daha tutsağızdır belki de. Bunu hiç sorgulayamayız. Kendimize bir değer biçer, bir düşünce şablonunun içinde gezinir kısır bir döngüde dolaşırız. Bu kısır döngünün içinde hiçbir özgün üretim yoktur. Sadece başkalarının bize empoze ettiği simge ve değerleri tekrarlamaktan ibarettir.

Devamını okuyunuz...

“Muhalefetten” Devlet Memurluğuna Osmanlı-Türk Aydını (2)

Daha önce bir kitabımda da değinmiştim. Zamanın Ahmet Rıza’nın “Meşveret”inden daha etkili olan bir dergi vardı muhaliflerin çıkardığı. O da “Mizan” dergisiydi. Bu derginin başyazarı Mizancı Murat idi. Kendisi Dağıstan kökenli bir aileden gelmekteydi. Mizancı Murat o dönem Jön Türklerin önde gelen liderlerinden biriydi. Ama Abdülhamit, politikasını değiştirmiş; aracılar vasıtasıyla Jön Türklere payeler vererek satın alamaya çalışıyordu. Bu girişimler de sonuç veriyordu. Mizancı Murat, Padişah’ın çağrısı üzerine İstanbul’a döndü. Ve bir anda muhalifliği bırakarak ‘Devlet Şûrası’ üyesi oldu. Belki Abdülhamit bile şaşırmıştı kendine, bu yöntemi neden daha önce denemedi diye.

Devamını okuyunuz...

Benlik Aynasını Temizlemek

Birçok kişinin benliğini gösteren ayna kirlenmiştir hiç bakılmamaktan. İnsanlar artık kendi benliklerinin aynasına bakmak yerine, kendilerine benzeyen diğerlerine bakarlar. Böylece insanlar kendi benliklerini görmek yerine, başkalarının benliklerine bakarlar. Çünkü onları kendilerine, kendilerini de onlara benzetmişlerdir.

Devamını okuyunuz...

“Muhalefetten” Devlet Memurluğuna Osmanlı-Türk Aydını (1)

Ancak Osmanlı toplumunda daha bir burjuvazi bile Avrupaî anlamda oluşmamıştı. Bunun nüveleri son derece azdı. Ayrıca entelijansiya devletten bağımsız değildi, hatta devlete bağımlı memur bir konumda idi. Halkın değil, devletin çıkarlarını öne koyuyordu.

Devamını okuyunuz...

Düşsel Bir Dünyaya Yolculuk: Pan’s Labyrinth (Pan’ın Labirenti)

Yarı gerçek, yarı masalsı bir film olan Pan’ın Labirenti 100’un üzerinde ödül kazanmış bir film. Önde İspanya İç Savaşı, arka planda ise, düşsel bir labirentte geçmişteki görkemli krallığa erişmek isteyen küçük bir kız olan Ofelya ve onun dünyası var. 1944 yılında Faşist Franco askerlerinden birisi olan Yüzbaşı ile evlenen annesi ile birlikte, onun yaşadığı köye giderler. Ofelya’nın annesi hamiledir, Yüzbaşının çocuğuna bu nedenle adam onu doğum yaparken yanında istemektedir.

Devamını okuyunuz...

Grigori Zinoviev ve Bolşevik İktidar Savaşları

Bir zamanların cellatları olan Zinoviev ve Kamanev ve diğerleri, yaratılmasına katkıda bulundukları var güçleriyle destekledikleri Bolşevik şiddet makinesinin kurbanı oldular. Sonu her şey siyasal iktidar içindi. “Kazananlar” ve kaybedenler hep siyasal iktidarı elde tutmak için savaşmışlardı. Bu gücü ele geçiren diğerini gözünü kırpmadan yok etmişti. Eğer diğeri kazansaydı o da kendini yok edeni yok edecekti. Tarih bunun gibi binlerce gerçek hikâye ile doludur.

Devamını okuyunuz...

Bu Coğrafyada Özgür Düşünce Değil, Resmi İdeolojiler Savaşır

Ana sorun şudur: Türkiye’de hiçbir kesim sağdan sola kendi düşüncesinin eleştirilmesine hazır değil. Herkes düşünce ve ifade özgürlüğünü kendisi için isterken, yalnızca kendisini -kendi tarafını, mahallesini- mağdur gösterirken, iktidarı ya da mikro iktidarları eline aldığında en küçük düşünce farklılığını ezerek yok ediyor. Yani herkes kendi resmi ideolojisini ölçü alıyor. Herkesin kendi resmi ideolojisi var. Bunun nedenleri ise başka bir yazının konusu olabilir.
Son söz: Türkiye’de tartışma özgür düşünceler arasında değildir, resmi ideolojilerin savaşıdır.

Devamını okuyunuz...

Devrimciliğin ve Vicdanın İzi: Angelica Balabanoff

Burada tek parti diktatörlüğünün Jakoben, her türlü eleştiriye izin vermeyen baskıcı ve yok edici karakteri rol oynuyordu. Hegemonik ve dayatmacı bu yapılanma, özü gereği özgürlüklere düşmandı. En sonunda daha fazla dayanamadı ve Lenin’e giderek ülkeyi terk etmek için özel izin istedi ve aldığı izinle ülkeyi terk etti. son olarak Troçki onu vazgeçirmeye çalıştı kararından, çünkü beş dil biliyordu. Ve saygın uluslararası alanda tanınan bir sosyalistti Balabanoff.

Devamını okuyunuz...

1 8 9 10 11 12 74
erol anar
error: Content is protected !!