Birbirlerine benziyorlardı, uysaldılar. Her şeye itaat ediyorlardı. Sorgulamak, isyan etmek, karşı çıkmak akıllarından bile geçmiyordu. Kendilerinden istenileni harfiyen yerine getiriyorlardı. Tek bir eksikleri vardı: İnsan değildiler… Ya da bir zamanlar insandılar; çoktandır insanlıktan çıkmışlardı, birbirlerine benzedikçe, benzetildikçe.
Andre Gide’in dediği gibiydiler aynen: “Hepsi birbirine benziyor. Her biri ötekilerin yaptığını yapıyor. Biriyle konuştum mu, hepsiyle konuşmuşum gibi geliyor.”
Çünkü farklılık iktidara bir tehdittir. Farklı düşünceler, farklı davranış biçimleri, farklı algılar iktidara, resmi ideolojiye terstir. Ve resmi ideoloji bunu bir tehdit olarak görür. Tek düşünce biçimi egemen olmalıdır, tek tip insan, tek dil, tek din, tek etnik köken, her şey tekleştirilmelidir. Resmi idoloji, tek tipleştirmenin ideolojisidir.
Toplum toplum olmaktan çıkmış, bir kütleye, bir sürüye dönüşmüştür artık. Birey çoktan ortadan kalkmıştır. Birinin diğerinden, hiçbir farkının olmadığı bir kütledir bu.
Nesneleşme, şeyleşme doruk noktasındaydı. Birbirine benzetilen her insan iktidarın, sistemin bir zaferiydi. Ve bu aynı zamanda insanlığın yenilgisiydi. Doğadan da kopuştu bu. Doğadan, kendinden ve insanlıktan kopuş… Bunun ötesi sadece bitkisel bir yaşamdı: Düşünmeden, hissetmeden, algılamadan anlamsızca…
Tek eksikleri insan değil, birer nesne olmalarıydı.
Erol Anar
6 Haziran 2018
Paraná