Her olayın iki yönü vardır. Madalyonun arka yüzü de derler. Yaşam da çoğu zaman iki yönlüdür. Kimisi için çok şey ifade eden bir fenomen, bir diğeri için anlamsızdır. Bu, hayatın diyalektiğidir.
Herkesin bir Paris’i vardır
Yıllar önce idi. Kuzey Paris’te bir arkadaşımın evinde kalıyordum. Evin altında Türkiyeli bir gencin döner dükkânı vardı. Bir gün döner yiyerek, onunla sohbet etmiştik. Dönerci genç eliyle evin hemen önünden geçen tren yolunu göstererek; “Geçenlerde bir Cezayirli kendini attı trenin altına. Parçalarını bile tam olarak bulamadılar.” dedi.
Söylediği sözler hiç unutamayacağım biçimde beynime kazınmıştı: “İki Paris var be abi,” demişti, “Bizim Parisimiz bir trenin altında son buluyor.”
O da bilmiyordu önceden iki Paris olduğunu. Yaşam öğretmişti bütün acımasızlığıyla ve hep arkadaki Paris’i yaşamak zorundaydı. Madalyonun ön yüzündeki Paris ise, bir türlü içine giremediği renkli neon ışıklarıydı onun için…
İkinci Paris onların mutsuzluğunu çoğaltıyordu.
İki Paris vardı ve İkinci Paris hep hüzün, hasret ve acı üretiyordu.
İkinci Paris, birincisinin ayak uçlarında doğmuştu.
Erol Anar
“Yaralı Bir Yüreğin Güncesi” (Hera Yayıncılık, İkinci Basım, 2000, s. 81-82.) adlı kitabımdan.