“Bu şiir değil.”, “Bu edebiyat değil.” gibi sözler duyarız bazı yazarlardan zaman zaman. Ya da edebiyat eleştirmenlerinden. Öncelikle neyin edebiyat olup olmadığına kim karar verebilir? Yazarlar mı? Edebiyat eleştirmenleri mi? Yazar dernekleri, sendikaları mı? Örneğin zamanında edebiyat olarak nitelenmeyen, “çöplük” denilen bazı yapıtlar ve yazarlar günümüzde dünya edebiyatına mal olmuştur. Örnek Charles Bukowski, yazdıklarıyla ilk döneminde “çöplük, edebiyat dışı” olarak değerlendiriliyordu. Bugün alternatif yazın biçiminin, yeraltı edebiyatının önemli örneklerindendir. O zaman kim belirleyebilir neyin edebiyat olup olmadığını? Hiç kimse belirleyemez. Sadece zamanın kendisi belki.
Edebiyat nedir? Kimilerince politikanın basit bir aracı olarak görülmüştür. Kimilerince ise bireysel bir olgu, yaratım. Toplumcu yaklaşımlar olduğu gibi, bireyci yaklaşımlar da vardır edebiyat dünyasında. Bir zamanlar reddedilen postmodern edebiyat da yaygınlaştı.
Edebiyatın belirli bir tanımını yapmak zordur. Çünkü onu üreten bireydir genellikle ve öncelikle. Bu nedenle evrensel olma iddiası olsa bile subjektiftir ve yazarına özgüdür. Bir yapıt evrensel olarak beğeni kazanabilir, yaygınlaşabilir. Ama yine de yazarına özgüdür. Dolayısıyla bu noktada neyin edebiyat olup olmadığı konusu da karmaşıklaşmaktadır. Örneğin size göre Proust büyük bir yazar olabilir, bazı edebiyat eleştirmenlerine göre de. Ama ben Proust’u okudum ve sevmedim, bu benim bir okur olarak tercihimdir, kimse de beni onu sevmeye zorlayamaz.
Edebiyat eleştirmenliği konusuna gelince, sanırım Chomsky de böyle bir şeye inanmıyordu. Bir yapıtı, eleştirmen olarak değil, ancak bir okur olarak eleştirebileceğimize inanıyorum. Çünkü eleştirmen iddiasıyla bunu yaptığımızda olayı sübjektifleştirmiş ve kendi ölçütlerimize genelleştirmiş olmak durumuna düşeriz. Bu eleştirmen kendi anlayışı dışında kalan yapıtı “edebiyat dışı” kendi anlayışına uygun yapıtlar ise “edebi yapıtlar” olarak değerlendirilir. İşte bu bir yanılsamadır. Edebiyat eleştirmenliği olgusu baştan aşağı yanılsamadır.
Sonuç olarak edebiyata giden tek bir yol yoktur, sınırsız sayıda yol vardır. Bu da neyin edebiyat yapıtı olup olmadığını bilmemizi zorlaştırır. Bugün için bazılarında edebiyat yapıtı olarak görülmeyen bir yapıt gelecekte önem kazanabilir. Tarihte örnekleri olduğu gibi. Dolayısıyla “Edebiyat nedir?” diye sorduğumuzda, edebiyatı bu soruya vereceğimiz yanıttan ibaret olarak sanmamız tamamıyla bir yanılsama olacaktır. Ve bir ego tatmininden öteye gitmeyecektir.
Terry Eagleton, “Edebiyat Olayı” başlıklı kitabının bir yerinde şöyle der: “O halde, neyin edebiyat olup neyin olmadığını söyleyebileceğimiz bir noktaya vardık mı? Maalesef hayır. Varmamamızın nedenlerinden biri yukarıda sıraladığım niteliklerden hiçbirinin insanların edebiyat dediği şeye özgü olmaması.” (Terry Eagleton, Edebiyat Olayı, Türkçesi: Başak Yüce, Sel Yayıncılık, Birinci Baskı: Eylül 2012, İstanbul, s. 41.)
Bir de bazen bazı yazarlar şöyle de derler: “Önüne gelen yazıyor. Ama edebiyat değil ki bunlar.” Böyle bir yaklaşım kendini merkeze alan bir yaklaşım olduğu kadar, aynı zamanda otoriter bir yaklaşım olmaktan da kaçınamaz. Onlara şunu söylemek lazım: Belki de sizin yaptığınız edebiyat değildir.
Bırakınız bu internet çağında “önüne gelen” yazsın özgürce. Kalıcı olan kalır, uçucu olan uçar zamanın tozları arasında.
Bitirirken son kez soralım: Edebiyat nedir?
Erol Anar
9 Haziran 2018
Paraná